Kıymetli kardeşlerim bu hafta sizlerle insanların birbiri üzerindeki en önemli hakkı olan kul hakkı konusuna degineceğiz insaAllah.
Sözlükte “gerçek, sabit ve doğru olmak, gerekmek; bir şeyi gerçekleştirmek; bir şeye yakînen muttali olmak” anlamlarında masdar ve “gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan şey” anlamlarında isim olan hak kelimesi (çoğulu hukūk) genellikle bâtılın zıddı olarak gösterilir (Lisânü’l-ʿArab, “ḥḳḳ” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “ḥḳḳ” md.). D. B. Macdonald (E. E. Calverley),
İslâmî kaynaklarda, insanların gereğini yerine getirmekle yükümlü oldukları haklar “Allah’ın hakları” (hukūkullah) ve “kulların hakları” (hukūk-ı ibâd) şeklinde başlıca iki kısma ayrılmış, bazı kaynaklarda bunlara bir de hem Allah hakkı hem kul hakkı sayılan haklar eklenmiştir. Hukūkullaha riayet “Allah’ın emrine saygı” (et-ta‘zîm li-emrillâh), hukūk-ı ibâda riayet ise “Allah’ın yarattıklarına şefkat” (eş-şefekatü alâ halkıllâh) deyimleriyle ifade edilir.
Kısaca İslam inancına göre, hakkın kaynağı Allah’tır. Allah’ın hak olarak/ölçülü/uygun şekilde herkese verdiği hakkı da kimse azaltamaz, iptal edemez, ona uygun görmemezlik edemez.
Hakların en önemlisi olan kul hakkı bir kulun başka bir kul üzerinde olduğu haktır. Kul hakkının vebali yüce Allah katında oldukça fazladır. Cenab-ı Hak kul hakkı için “Benim yanıma her şey ile gelin affederim. Fakat kul hakkı ile gelmeyin, onu ben değil, kulum affeder. “ demiştir. Kul hakkı pek çok sebebe bağlı olarak işlenebilir. Dolayısıyla bir kişinin istenmediği bir şey yapması, onu alay etmek, küçük düşürmek, başkasının yanında aşağılamak, rencide etmekte bir kul hakkıdır.
Rabbimiz ayeti kerimede bizlere şöyle buyuruyor;
“Mallarınızı aranızda bâtıl sebeplerle yemeyin! İnsanların mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, onları hâkimlere rüşvet olarak vermeyin!” (Bakara, 188; Nisâ, 29)Kul hakkı sadece bununlada sınırlı değil kardeşlerim hadis şerifte gectigi üzere;
Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün ashâbına:
“–Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuştu. Onlar:
“–Bize göre müflis, parası ve malı olmayan kimsedir” şeklinde cevap verdiler. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu:“–Şüphesiz ki ümmetimin müflisi şu kimsedir: Kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelir. Fakat şuna sövdüğü, buna zina isnâd ve iftirasında bulunduğu, şunun malını yediği, bunun kanını döktüğü ve şunu dövdüğü için iyiliklerinin sevabı şuna buna verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilir ve netîcede Cehenneme atılır.” (Müslim, Birr 59; Tirmizî, Kıyâmet 2; Ahmed, II, 303, 324, 372)
Allah (c.c) kullarına sayısızca bahşettiği nimetler gibi bazı haklar da tanımaktadır. Buradaki haklar da haksız yerine yapılan zulmün karşılıksız kalmayacağı er ya da geç cezaya icap ettirileceğidir. İnsanoğlunun birbirlerine karşı yaptıkları haksızlıklar, Allah katında toplu iğne kadar dahi olsa karşılığını bulacaktır.Kişi kul hakkına girmişse bunun telafisi yalnızca kula aittir. Ahiretini düşünen akıllı bir Müslüman dünyadan göçüp gitmedikçe kul hakkını telafi etmeninin yollarını arar. Eğer telafi yolları bulunamazsa iş ahirete kalır bu çok daha ciddi ve tehlikeli bir durumdur. Günahından dolayı tövbe eden kişi kul hakkına girdiği kimseyle helalleşmek istiyor da ulaşamıyorsa, en azından o kişinin adına hayır yapmalı, sadaka çıkarmalı ya da onlar için duada bulunabilir.