En azından Tandoğan kadar net olun be!

Ahmed Daldiken

     Adalet duygularımızda, adalet anlayışımızda çok büyük sıkıntılar var. Burada adaletten kastım devletin ya da mahkemenin adaleti değil bizatihi kendimizin, dilimizin yüreğimizin adaleti.

 

     Olaylara, sözlere, fiillere yaklaşırken adalet duygusuyla, hakkaniyetle değil de “bu adam yapıyorsa ardına bakmadan doğrudur.” ya da “felan işi felanca kişi yapmışsa aslında iyi gibi görünse de yok olmaz, iyi değildir.” düşüncesiyle hareket edip de karşı çıkan zihniyetleri diyorum.

 

     Hani,

28 Şubat sürecinde özünde tarafsız ve bağımsız olması gereken hatta bunu unutmaması için üzerine giydiği cübbenin cebi ve düğmesi olmayan yüksek mahkeme heyeti üyelerinin girip çıkıp askerden brifing almasına ses etmeyenlerin ya da 17-25 Aralık sürecinde Tel Aviv-Ankara-Londra arasında mekik dokuyan yüksek hakim ve savcıların yaptığına çanak tutanların geçtiğimiz haftalarda ülkenin Cumhurbaşkanı ile kendi memleketi olan Kırşehir’ de bir programa katılan ve memleketine gelecek bir hizmeti duyduğunda alkışlayarak tepki veren Yargıtay Başsavcısına dayanamayıp da “Ama Hukuk kimsenin tekelinde değildir ve bağımsızdır.” naraları atan ikiyüzlülerden bahsediyorum.

 

     Gezi gibi bir olay bizim başımıza geldiğinde “az daha dayansak hükümet düşecek” zarfına atlayıp da ülkenin anasını ağlatanların benzeri olaylar Fransa’da olunca “o kadar da büyütmeye gerek yok canım olağan şeyler bunlar” gibi sözler sarf eden alçakları kastediyorum.

 

     Ya da bizim ülkemizde bazı şeylerin daha rahat ve hızlı olması için alınan kararlarda “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir burada diktatörlük olamaz!” nâraları atanların hemen yanıbaşımızda bunu mecazen söylemiyorum halkına kan kusturan bebek katili Esed’e gözlerini yumanlardan hatta bununla da yetinmeyip Esed’in huzuruna bir “tebrik heyeti” gönderenleri kastediyorum. Ağızlarına demokrasiyi, seçimi, cumhuriyeti sakız edenlerin Mısır’da halkın oyuyla seçilen Cumhurbaşkanı Mursi’ye yapılanlardan sonra “Ama Mursi de…” diye söze başlayan liberalleri kastediyorum.

 

     Yine aynı şekilde kendi ülkesinin liderinin başbakanının yurt dışında dayak yemesini ya da patronların Koskoca Türkiye Cumhuriyeti başbakanını, Cumhurbaşkanını pijamayla karşılamasını hazmedenlerin Cumhurbaşkanınca Ramazanın başından beri verilen iftar yemeklerini, katıldığı davetleri, sofraları, yemekleri, içecekleri sırf olsun diye biraz da  hatta çokça İslâm düşmanlığından eleştirenleri kastediyorum.

 

     Gibi,gibi,gibi… Uzar gider bu örnekler. Aslında bu kendileriyle çelişen ve adalete pek de uygun olmayan yorumlar kalpleri ile dillerinin kopuk olmasından, bir olmamasından kaynaklanıyor. Yani samimi olmamalarından. Samimice, mertçe karşımıza çıkıp da “ Siz ile biz farklı klasmanlardayız ve bu ülke bizim ancak bu aralar sizin yönetmenizi hazmedemiyoruz!” diyememelerinden kaynaklanıyor.

 

     İslâm ve millet düşmanlıklarına kılıf uydurmaya çalışmalarından aba altından sopa göstermelerinden kaynaklanıyor. Açıkça “kadeh tokuşturmuyor, eşinin de başı kapalı, oruç tutuyor bir de namaz kılıyor” diyemeyenlerin “ülkeyi kutuplaştırıyor, ülkeyi bölüyor, huzursuzluk yaratıyor…” demelerinden kaynaklanıyor.

 

     Keşke bize göre yanlış size göre doğru olanları yaparken, inancınızı davanızı anlatırken bari mert olsaydınız biraz. Bahane bulmak, kılıf aramak yerine açıkça derdinizi anlatsaydınız. En azından birileri gibi netçe tavrınızı koyup “ulan öküz Anadolulu sizin neyinize siyaset yapmak ülke yönetmek o bizim işimiz.” deseniz de derdinizi kendiniz anlatsanız bize… En azından Tandoğan kadar net olun be!