Arapça’da “bilmek, tanımak, düşünerek kavramak” anlamındaki ‘irfân kökünden gelen ma‘rûf sözlükte “bilinen, tanınan, benimsenen şey” mânasına gelir. “Bir şeyi bilmemek, bir şey zor ve sıkıntılı olmak” gibi anlamlar taşıyan nükr veya nekâret kökünden gelen münker ise tasvip edilmeyen, yadırganan, sıkıntı duyulan şey” demektir.
Ma‘rûf kelimesi Câhiliye döneminde “iyilik, ikram, gönül okşayıcı söz ve davranış” anlamında yaygın olarak kullanılmaktaydı. Nitekim Züheyr b. Ebû Sülmâ’nın Muʿallaḳa’sında “iyi söz, cömertlik, ihsan” ve genel olarak “iyi davranış” mânasında birkaç yerde geçmektedir (bk. Zevzenî, s. 107, 119, 120).
Emri Bil Maruf Nehyi Anil Münker, cümlesinde tüm Müslümanların uyması gereken iki ayrı öğüt vardır.
Bunlardan ilki iyiliği emretmek ve özendirmek manasına gelen Emri Bil Maruf'tur. Dinimize göre, iyilik, Allah'ın emir ve yasaklarına uymak demektir.
Nehyi Anil Münker ise, kötülüklerden men etmek ve günahlara karşı uyarmak anlamına gelir. Dinimize göre, şirk, zina, yalan söylemek, hırsızlık yapmak ve kul hakkı Yemek en büyük günahlardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de ma‘rûf ve münker kelimeleri dokuz âyette “ma‘rûfu emretme, münkeri nehyetme” anlamına gelen ifade kalıplarıyla geçmektedir. Bu âyetlerde hangi davranışların ma‘rûf, hangilerinin münker olduğu belirtilip bir tahsis yoluna gidilmemesi, ma‘rûfun dinin yapılmasını gerekli gördüğü (vâcip) veya tavsiyeye şayan bulduğu (mendup), münkerin de bunların zıddı olan söz ve davranışların tamamını kapsadığını göstermektedir (Kādî Abdülcebbâr, s. 745; İbn Teymiyye, II, 209-211). İslâmî kaynaklar iyiliğin hâkim kılınması ve yaygınlaştırılması, kötülüğün önlenmesi, bu şekilde faziletli bir toplumun oluşturulması ve yaşatılması için gösterilen faaliyeti, Kur’an ve hadislerdeki kullanıma uygun olarak emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker şeklinde formülleştirmişler, kitap, sünnet ve icmâa dayanarak bu faaliyetin farz olduğunda birleşmişlerdir.
Rabbimiz bizlere ayeti kerimede şöyle buyuruyor;“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun.” (Âl-i İmrân sûresi, 104)
Her Müslüman ferdin, gücü yettiği oranda iyiliği emir ve kötülükten nehiy görevi yapması ve İslâmî tebliğe katkıda bulunması ise farz-ı ayındır. Tabii ki bütün bunlar, şer’î mükellefiyeti olan kadın ve erkekler içindir.
“İnanan erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emreder, kötülükten menederler.” (Tevbe sûresi, 71)
Velî, dost ve yardımcı olmanın gereği, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmaktır. Bu aynı zamanda mü’min olmanın da gereğidir. Çünkü, yukarıda ifade edildiği gibi, münafıklar bunun aksini yapmaktadırlar. Dost olmak, birbirini sevmede, birbirine muamelede ve birbirine kardeş olmada kalplerin ve gönüllerin birliğini ifade eder. İyiliği emredip kötülükten sakındırmanın mü’minlerin en önemli görevi olduğu, yukarıdaki âyetlerin açıklamasında etraflıca belirtilmiştir.
Saîd b. Ebû Bürde b. Ebû Musa el-Eş’arî’nin, babası aracılığıyla dedesinden naklettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Her Müslüman sadaka vermelidir.” Oradakiler, “Peki, ya verecek bir şey bulamazsa?” deyince Resûlullah, “O zaman çalışır ve (kazandığından) hem kendisi faydalanır hem de sadaka verir.” buyurdu. “Buna da güç yetiremez ya da yapamazsa?” dediler. “Yardıma muhtaç mazlum ve mağdur bir kimseye yardım eder!” buyurdu. “Bunu da yapamazsa?” dediler. “İyiliği/hayrı emretsin/teşvik etsin.” buyurdu. “Bunu da yapamazsa?” dendiğinde, Resûlullah (s.a.v.) “Kötülükten uzak dursun. Bu da onun için sadakadır.” buyurdu. (Buhârî, Edeb, 33)
Evet kardeşlerim insanın hiç bir şeye gücü yetmezse bile en azından karşıdaki kişiyi nazik ve güzel bir dille uyarmalıdır.Kalp kırarak incitecek yapılan uyarının o kişiye pek faydası olmadığı gibi zararı vardır. Rabbim bizleri hakkı konuşup hakkı tavsiye eden kullarından eylesin amin...