Çocukluğuma dair hüzünlü ama sevdiğim anılarımdan biridir. İki yıla yakın bir zaman, ucuz diye fırınlardan bayat ekmek almıştım. Ağabeyim erkek olmanın ve ergenliğin getirisiyle gitmekten çekinirdi. Annemle babamı gönderemeyeceğimize göre görev bana düşmüştü. Zaten fırıncı da tanımıştı beni. İlk günler yarım ağız bir vaziyette “Dünün ekmeği var mı” diye sorardım. Bayat ekmek demek ayıp gelirdi. Sonraları her gün dememe gerekte kalmadı tanımışlardı beni.
Eskilerin geniş yürekli, tok gözlü esnaflarında olan, fırıncımız içtenlikle ben bir şey demeden ekmeklerimi verilirdi.
Kendimce büyük bir iş başarmış olmanın gururuyla eve sevinçle gelirdim. Valide, yumuşatma metodunu çoktan bulmuştu. Ocağın üstündeki içi su dolu tencereye kapak yerine kevgiri kapat. Ekmekleri dilimleyip diz, buhardan yumuşamasını bekle.
Fırına genelde hep tek başıma gitmeye çalışırdım. Yanımda bir arkadaşım olsun istemezdim. On yaşında da olsam gururum vardı. Yalnızca tek bir gün okul çıkışı sınıftan bir kız arkadaşımla gitmiştim. Yol boyu sıkıntıdan karnıma ağrı girmişti. Hani öğrenciyseniz sevmediğiniz bir derse katılmak zorunda kalırsınız ya. Yada çalışıyorsanız iş ortamında hiç hoşlanmadığınız ve sizi yoran biriyle günlerce aynı ortamda çalışacağınızı öğrendiğinizde içiniz sıkılır. İşte aynen böyle durumlarda yaşandığı üzere karnıma ağrılar girmişti.
Üstelik birde yaşınız küçük olunca daha çok takarsınız tatsız durumları ve daha çok kafanızda büyütürsünüz. O hesap içim içimi yiyordu benimde.
Sabahtan belliydi sınıftaki kızla çıkışta gideceğimiz ve tam gün olan okul saatleri içinde kıvrandım durdum.
Yanımda arkadaş çekine çekine gitmiştim fırına. Ağzımın içinden “Dünün ekmeklerinden alabilirmiyim” demiştim. Yeni çıkmış, sıcacık iki ekmek verdi bana fırıncı ağabey ve “Senin için bugünlük bayat ekmek bunlar” demişti.
Dünyalar verilse sanırım bu kadar mutlu olmazdım. Sevincimde korkularım kadar büyük olmuştu.
Ekmekleri alıp eve geldim ve olanları anlattım bizimkilere. Isıtmaya gerek duymadan, hatta yanına katık dahi aramadan yemiştik. İnsan arada tüketince,bayat ekmekle tazesi arasındaki farkı daha iyi hissediyormuş, onu fark etmiştim.
Geçmişin bu anısı, bırakın yıllar öncesini, öğlen yaşamışımda akşam anlatıyormuşum gibi hafızamda canlı.
Lezzetin ne olduğunu, yediğiniz bir nimetin ne kadar güzel geldiğini ancak böyle tecrübelerle öğreniyorsunuz. Yoksa insanoğlusunuz, en güzel yiyecekler bile tatsız gelebiliyor size.
Ne zaman ekmekle ilgili bir konu geçse, bu anı gelir aklıma. Birde Cüneyt Suavi’nin Hayatın İçinden isimli kitabı. Onun içinde de ekmeğe dair güzel öyküler vardı. Her şeyden çok şikayet eder hale geldiyseniz ya da çevrenizi kötümser ruhlu ve fazla eleştirici insanlar sarmışsa çok iyi gidiyor bu kitap.
Söz kitaplardan ve yiyeceklerin güzelliğinden açılmışken önermek istediğim hatta geçmiş yazılarımda da üstünde durduğum bir eser daha var. Somalili bir mankenin hayat hikayesini paylaştığı Çöl Çiçeği isimli kitabı okuyanlar hatırlayacaklar. Hayatında ilk kez makarna yediğinde kendini cennetteymiş gibi hissettiğini söyleyen, domatesi dünyanın en güzel tanımıyla anlatan bir biyografiydi.
Kısaca; canınızın çektiği bir yiyeceğe çabuk ulaşıyorsanız, size sunulan nimetin güzelliğini anlamak için ya aç kalmanız gerekir, yada sağlığınızı kaybetmeniz. Bunların hiçbiri yoksa şükretmenin ve sahip olmanın ayrıcılığını tatmak için bahsettiğim kitapları okumanızı öneririm.
Ekmek konusunu yazıya taşıma nedenim ise malumunuz başbakan tarafından dile getirilen ve bir çok belediye tarafından uygulamaya konulan ekmekte israfı önleme kampanyasına değinmek.
Öncelikle Başbakan’ın bu ziyareti Afrika dönüşü verdiğine dikkat çekmek isterim. Yokluğu yerinde gören insanlar daha bir düşünceli oluyorlar sanırım.
Açlığın mağduriyetini görebilen biri elbette ki israfa dur demeliydi ve Erdoğan’da büyük bir özveriyle üzerine düşeni yaptı.
Ekmek kampanyasının miladı kadar Afrika’ya ziyaret, çok önemli başlangıçlarında ilk ayağını oluşturuyordu. Gerçi ülkemizde bizler yalnızca bu oluşumu tartışıyoruz ama dışarıda durum hiç böyle değil.
Bakın Fransa’ya Türkiye’nin ziyareti ardı, kara bahtlı kıtaya demokrasi götürme çalışmalarına hız verdi.
Güçlü devlet olmak böyle bir şey olsa gerek. Başka bir ülkeyi sömürürken bile kimseye hesap vermiyorsunuz. Gerçi Allah böyle güçlü olmaktan tüm ulusları korusun.
Gene ekmekten örnek vereceğim ama yüreğinde sevgi olmayan yediği ekmeğe kan doğrayan insanlar bunlar.
Neyse biz nesillerine kanlı ellerini bırakanları içimiz yansa da bırakalım bir kenara.
Ana konu ekmeğe yönelik çalışmalara dönelim. Ekmekte israfın ne derece büyük olduğuna değinmeden önce, ekmekte kepek oranının yükseltilmesi kararına değinmek istiyorum.
Gerçi bir kısım lüzumsuz çıkar “Biz beyaz Türk’üz beyaz ekmekten başka bir şey yemeyiz” diyebilir. Yada “Bu hükümet halkımız kepekli ekmek yemeye mahkum ediyor” şeklinde cümleciklerle hükümeti eleştirebilir.
Asıl şaşırtıcı tarafta, kimi insanların böyle yorum yapması değil, bu yorum üzerine başka birilerinin söylenenleri değerlendirmesidir. Çıkar birileri, sırf muhalefet olmak için gereksiz açıklamalar yapar.
Hani ülkede aşırı gündem yoğunluğundan söz ediliyor ya. Bence gündem yoğunluğunun asıl nedeni bu tür gereksiz tartışmalar.
Açıkçası başbakanın başlattığı bu kampanya, bana göre iktidarın yaptığı en iyi proje oldu. Çünkü insanlara hizmet etmek bir taraf, bilinçlenmeyi öğretiyorsanız asıl başarı bu demektir. Yoksa tüketim toplumu olan bir ülkeye ne denli yatırım yaparsan yap , halkın tavrı şımarık bir çocuğun istekleri gibi bilinçsizce olacaktır.
Başbakanın kampanyayı Diyanet İşleri Başkanıyla birlikte başlatması da konunun İslami boyutunu gözler önüne sermesi bakımından önemli.
Ekmekte israf kampanyasının önemi için internet sitesi dahi açılmış. Ayrıca Toprak Mahsulleri Ofisinin de sayfasında güzel bilgiler ve paylaşımlar var.
Aktarılan verileri incelemenizi öneriyorum. Hatta sebepleri daha iyi anlayabilmek için, başbakanında açıklamalarını da okuyun derim.
Açıkçası, onu dinleyene kadar, sofra bezindeki kırıntıları dahi toplayan milletimin, ekmeği bu denli israf edeceği aklıma gelmezdi.
Erdoğan, tüm dünyada israfa karşılık açlıktan ölen milyonlarca insan olduğunu rakamsal verilerle aktarıp,ülkemizde günde bin 500 ton ,yılda ise 550 bin ton ekmeği israf edilip çöpe atıldığına dikkat çekiyor.Ekmek israfının insani olduğu kadar ekonomik boyutunu da başbakan gözler önüne seriyor.
Geçtiğimiz Şeb-i Arus törenlerinde de, 17 Aralık akşamındaki konuşmasında Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek’te kampanyalar daha gündemde yokken bu konuya giriş yapmıştı.
Hz. Mevlana ve insan sevgisini anlatırken, dünyada bir taraftan obeziteyle mücadele olduğunu, buna karşın diğer yandan açlıktan ölümler meydana geldiğini belirtip aradaki çelişkiyi gözler önüne sermişti.
O günlerde bu konuşmayı dinlerken oldukça etkilenmiştim. Ülke olarak, bu tür çelişkilerin yaşanmadığı bir yer haline gelmeyi umut etmiştim.
Ocak ayında başlatılan israfı önleme çalışmaları da beklentilerimin gerçekleşeceğinin en güçlü kanıtı oldu. Ne mutlu bizlere ki,geri dönüş konusunda oldukça bilinçlenen bir ülke olmaya başladık. Özellikle kamu kurumlarında oluşturulan, kâğıt atıkların ayrıştırılması yöntemi belediyelerde de uygulanmaya başlandı. İnsanımızda kendine sunulan bu uygulamaları çabuk benimsedi. Kâğıt ve plastik alanında güzel geri dönüşler alıyoruz.
Ekmekte israf kampanyasının ardı da, başta belediyeler olmak üzere, birçok kurumun çeşitli projeler başlattığına şahit olduk.
İnanıyorum ki, zamanla bu çalışmada yayılacak ve ülkemiz ekmekte israf utancından kurtulacak. Ekmeğin nimet olduğunu hatırladığımız günlerin hiçte uzak olmadığını biliyorum
Selam ve dua ile