Eğitim ve öğretim, kişinin kafa ve kalbini inşa eder. 2002 yılından beri maddi bakımdan çok mesafe kat ettik. Boğaz köprüsünü üçe çıkardık, binlerce km. bölünmüş yollar yaptık, İHA ve SİHA’larımızı yaptık, teknolojide birçok alanda, özellikle savunma sanayinde millileşmeye başladık. Birleşmiş küfür milletlerinin ekonomik, siyasi ve sosyal dış baskıları ve yerli işbirlikçilerinin içerden onları desteklerine rağmen, ekonomide iflas etmeyerek ayakta durmaktayız. Her şeyin iki-üç katı pahalılaşmasına karşı da sosyal patlama yaşamamaktayız.
Efendiler! İnsanları kazanmanın yolu, onların KAFA, KALP ve KARINlarını doyurmaktan geçer. Bugün materyalist, laik, kemalist eğitim sistemi, insan kazanmanın üç alanından sadece karına odaklanıp kafa ve kalbe aynı derecede önem vermemektedir. Kafaları ve gönülleri fethedilmeyen insanlar, Rablerine bile nankörlük yaparlar. Yaklaşık yirmi ayette “Yerde ve gökte ne varsa hepsini sizin emrinize verdim” diyen Allah’a, dünyadaki insanların yüzde kaçı hakkıyla kulluk yapıyor? Allah’ın; yeraltı, yer üstü ve gökyüzü nimetlerinden istifade eden bu insanlık ailesinin ne kadarının Rabbi ile arası iyi? Yüce Allah insanı anlatırken; “Gerçekten insan, Rabbine karşı çok nankördür” (100/Adiyat:6) buyurmaktadır. Sayısız nimetlerine rağmen Rabbine bu kadar nankör olan insanoğlu, Allah’ın kullarına elbette nankörlük yapacaktır.
Sen Türkiye’yi mamur hale getir, çöpten kurtar, suya kandır, her tarafını yemyeşil yap, Cumhuriyet döneminde yapılan yol ve raylı sistemi on katına, yirmi katına çıkar, dört saatte gidilecek yeri yarım saatte gidilir hâle getir, hızlı trenle Konya-İstanbul arasını dokuz saatten, dört buçuk saate indir… Bütün bunlar deist, ateist, laik, kemalist materyalistlerin umurunda değildir. Sen yönetici olarak ne kadar dindar olursan ol, mevcut rejim, laik/seküler nesil üretmektedir. Yirmi iki yılda şu üniversite gençliğine yapılan, daha önceki hiçbir dönemde yapılmamıştır. Okul harçlarından tut, yemek parasına, barınmasına, burslarına ve ulaşımına varıncaya kadar her alanda müthiş bir iyileştirme getirilmiştir. Ama bu üniversite gençliğinin %75’i seküler dünya görüşüne sahip. İslam esaslarına dayalı bir sisteme karşı. Çünkü bunların kafa ve gönülleri aç. Karınlarına verilen önem kafa ve gönüllerine verilmedi. Yani bu rejim, geminin kaptan köşkünde kim oturursa otursun, kendi adamını üretti. Geminin rotası değişmedikçe kaptan değişiklikleri, gerekli dönüşümü gerçekleştirecek Müslüman bir nesil inşa edemedi.
Merhum Erbakan hocamızın dediği gibi “Kanserli hasta, yatağı değiştirilmekle iyi olmaz, pansuman ve yüzünü pudralamakla şifa bulmaz. Kandaki mikrobu tespit etmek gerekir.” Hilafetin kaldırılmasıyla, İslam karşıtı laik/seküler sistem öyle kök salmış ki, kaptanın dörtdörtlük samimi Müslüman olması neticeyi pek değiştirmiyor. Üniversite gençliğinin sadece %25’inin İslamî değerlerin yanında yer alması ve %75 gibi ezici çoğunluğun ona karşı olması bu gerçeği haykırmıyor mu? Gariptir ki, başında bulunduğunuz iktidar aygıtı, yirmi iki yılda kendi neslini çıkaramıyor ama cumhuriyetin tosuncuklarının oluşturduğu “Cumhuriyetin kuruluş felsefesi”ne uygun bir nesil peydahlayabiliyor.
Efendiler! İşte bu uygulama, kandaki mikroba müdahale etmeden kanserliyi pudralamak, pansumanlamak ve yatağını değiştirmekle sonuç almaya çalışmak gibidir. Müslümanlar; istikameti sabitlenmiş geminin kaptanlığına geçince, davasını unutarak mevcut kemalist/laik/seküler rejimi pudralamakla, İslam’ı kendine dert edinen İslamcı bir neslin vücut bulacağını sanmamalılar. Belki Reis ve yanındaki çok az bir grup bunun farkında ama Reis’in rüzgârıyla iktidar erkinde olanların ezici çoğunluğu yani Ak Parti içindeki AKP’lilerin bunun farkında olduğunu sanmıyorum.
Gençliğin bu gidişatı bize şu “çıplak uyarıyı” yapmakta ve demektedir ki; “İnsanların ve özellikle gençliğin kafa ve gönlünü aç bırakır, eğitim sisteminde devrim niteliğinde değişiklikler yapmaz, seküler inanç sistemini diri tutan kitaplarla onların kafa ve gönüllerini çaldırırsan, onlara yüzlerce km. metro ve bölünmüş yol, dünyanın en büyük hava limanı, iki kıtayı denizin altından birleştiren Marmaray, üçüncü, dördüncü, beşinci…boğaz köprüsü ve daha neler neler yapsan yine senin arkanda durmaz. Bütün bu nimetlerden istifade eder fakat kafasını ve gönlünü kaptırdığı kemalist sisteme destek çıkar.”
Öyleyse tekraren diyoruz ki, yanlış nesil imal eden bu fosilleşmiş eğitim sistemini, göstermelik müfredât değişiklikleriyle onararak ve pudralayarak, devrim niteliğinde yenilikler yapmadan, rotası yüz yıl önce belirlenmiş bu geminin bizi hedefimize götürmeyeceğini anlayalım. Bu zulüm düzeninin değiştirilmesi için yeni stratejiler ve metotlar geliştirelim. Bedel ödemeyi de göze alalım. Kefenimizi biraz da bu uğurda giyelim. Çünkü Rasûlullah’ın ifadesiyle “Kişi, hakkı söylemesi gereken yerde mutlaka hakkı söylemelidir. Bu onun ne ecelini öne alır, ne de kendisine ait rızıktan mahrum eder.” (Beyhaki, Şu’abu’l İman, 7172).
Madalyonun bir başka yönüne gelince, dünyanın değişmeyen döngüsü şudur: “Zor zamanlar güçlü adamlar doğurur. Güçlü adamlar rahat zamanlar yaşatır. Rahat zamanlar, zayıf adamlar üretir. Zayıf adamlar, zor zamanları getirir.” Reis, zor zamanlarda yetişmiştir. Dâvası için hep bedel ödeyerek bu günlere gelmiştir. Onun döneminde Müslümanlar da rahat yaşamışlar, mücahitken müteahhit olmuşlardır. Başörtüsü konusundaki duyarlıklarını kaybederek, bin bir makyaj malzemesi içinde, streç pantolon ve daracık giysiler üstüne iliştirdikleri başörtüsünü bir aksesuar aracı haline getirmişler. Zayıf adamlar türemiş, beraberce yola çıktıklarının bir kısmı yolda onu satmıştır. İşte bu zayıf adamlar da zor zamanları getirmişlerdir.
Sonuç olarak deriz ki; Milli Eğitimde müfredattan önce 5816 sayılı koruma kanununu kaldırarak eğitimimizin üzerindeki kemalist sultaya son vermedikçe, devlet gemisinin rotasını da laisizmden İslam’a doğru kırmadıkça ve müfredatı da kemalist-laik kuşatmadan kurtarıp gençlerimizin KAFASINI, KALBİNİ ve KARNINI aynı seviyede hedefleyen, içi İslam ve İrfanla dolu bir eğitim sistemi oluşturmadıkça, firavunun piramitlerine taş taşımaya devam edeceğiz demektir.
Ancak bütün bu icraatlar, “Ama buna CHP ne der?” korkusuna kapılmadan, hayatının merkezine, “Allah ne der”i yerleştirenlerce yapılabilir. CHP, bütün inanç değerlerini, dipçik zoruyla ve darağaçlarıyla birer birer devirirken “Bu değişime Müslümanlar ne der?” diye hiç kaygı taşıdı mı? Dolayısıyla sosyal hayatta “El âlem ne der?”, siyasi hayatta da “CHP ne der?” putunu kırıp, her alanda “Allah ne der?” inancını hâkim kılmadıkça Müslümanca bir tavır ortaya konulamaz. Allah’ın yardımı da ancak bu putları kıranlara olacaktır. Gerisi lâfı güzaf.