Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi’nce ders kitabı olarak okutulan Türk Siyasi Hayatı adlı kitapta ‘Fethullahçı Terör Örgütü’ lideri hakkında övücü ifadeler kullanılması konusu medyaya da yansıdı. Kitapta kullanılan ifadeler eleştirildi.
Eleştiriler haklı. Ama onunla sınırlı kalmaması gerekiyor. Asıl eleştirmemiz gereken şey kullanılan üslup. Üniversite düzeyindeki bir ders kitabında ‘Bir elinde Kuran, diğer elinde bilgisayar bulunan altın gençlik yetiştirme derdinde olan bir grup’ diye bir ifade olmaması gerekir(di).
Okuyucu yönlendirilmeden, sadece bilgilendirme yeterliyken, ileriye gidip, ‘siz de böyle düşünün’ yollu yaklaşımlar problemli. Bir nevi ‘beyin yıkama’ faaliyeti.
Eğitim sistemimizdeki bu yanlışlık aslında yeni bir durum da değil. Özellikle Cumhuriyet, devrimler ve aydınlanma felsefesi bilimsel eserlerin bile taraflı hale getirilmesinde bir beis görmedi. Eğitim sistemi toplumu dönüştürmenin ve değiştirmenin bir aracı olarak düşünüldü. Avrupa’yı kasıp, kavuran Faşist Nazi iktidarının yansımaları Mili Şef döneminde ülkemizde kendini gösterdi.
‘Alman faşizmi’ eğitimde halen etkisini gösteriyor. Üniversite seviyesinde bile, ideolojileri uğruna gerçekleri çarpıtan sözde bilim insanları aynı yolun yolcuları. Yaptığı kamuoyu anketlerini maniple eden, sonuçlarla oynayan bir karaktersize ne dersiniz? Bilimsel ilke ve kriterlere uyan Alman ekolünden gelen insanlar da var. Ama istisna.
Kullanılan dil, seçilen kelimeler hep taraflı. Tarih kitaplarımız hassaten problemli. İlkokullarda halen ‘Birinci Dünya Savaşında Almanlar yenildiği için biz de yenilmiş sayıldık’ safsataları okutuluyor. Hiçbir devlet, başka bir devlet yenildiği için yenilmiş sayılmaz.
Son dönemlerde TRT milletimizin tarihe olan bakış açısını değiştirici diziler yayınlıyor. Diriliş Ertuğrul’da Oğuz boyundan, ‘kan kardeş’ olarak görülen bir Türk beyinin ihanetini hepimiz izliyoruz. O dönemde de Tapınakçı’larla işbirliği içinde Bey’ine darbe yapan bir bey vakıa. Daha ne olsun? Demek ki bizim tarihimizde de yanlışlar, ihanet, komplo, cuntacılık mevcut. Öncelikle bunun altını çizmemiz lazım.
O gün olanlar, bugünden farksız. Mezkur örgüt farklı bir şey mi yapıyor. Kendisine ‘kardeş’ gözüyle bakılan, o şekilde davranılan bir grup ihanet içinde.
Dün, derslerde ‘en iyi bildiği şey, ihanet’ denilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bugün ‘iletişim kahramanı’, ‘tartışmasız lider’ olarak ilan eden en basit ifadeyle ‘yağdanlıklar’ da tersinden aynı konunun örnekleri. Bugün durum bunu gerektiriyor! Yarın ne diyecekleri belli değil?
Bunu ‘ders kitabı’ takdim ettikleri bir paçavrada yapıyorlar. Bilimi, ideolojiden ve kişisel menfaatlerden ayrıştırmak en önemli görevimiz. Dün iyi diyenler, bugün ihanet derken; bugün lider diyenler yarın acaba ne diyecekler?
İğneyi kendimize batıralım: Akademik camia problemli. Akademik bir eser olarak sundukları kitaplar problemli. Objektif bir yaklaşım geliştirmeden, bireysel menfaat ve tercihlerle ortaya konulan çalışmalar bugün olmazsa yarın doğrularla çelişiyor.
Kanaatim Milli Eğitim sisteminde zorunlu olarak okutulan ders kitaplarından başlamak kaydıyla, objektifliği topluma göstermek. ‘Bir kavme olan düşmanlığınız, sizi onlara karşı haksızlık yapmaya itmesin’ ilkesi yol göstericimiz olmalı.
Zorunlu eğitim 12 yıl. Dolayısıyla özellikle bu 12 yıllık dönemde topluma kazandırılacak değerler çok hayati hale geliyor. Bunu başarırsak, üniversite çağında objektif olmayan çalışmaları gören nesiller, onlara itibar etmez. Kaldırır, çöpe atarlar.
Her vesile ile seçimlere işaret etmemiz, seçimden sonra ve yeni anayasa süreci ile bu değişim başlayacak beklentimiz bunun bir yansıması. Bir yerden başlamak lazım. Eskiye göre eğitim sistemimiz, bürokrasimiz daha iyi durumda, ama yeterli olmadığını biliyoruz.
Toplum bu meseleye yönelmek zorunda. Değişim, aşağıdan başlasa ve tüm toplumu kuşatsa daha iyi olur. Ama yukarıdan başlatılmasını da yadırgamamak gerekiyor.
Bir anlamda ‘yumurta-tavuk’ meselesi: Eğitim toplumu etkiler, toplum da eğitim ve öğretimi. Önemli olan müfredat ve yaklaşımda: Oradan başlamalıyız.