EBÛ HANÎFE’Yİ YENİDEN ANLAMAK

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

İmâm-ı Azam Ebû  Hanîfe’nin akıl-vahiy bağlamındaki görüşlerinin, yaşadığı yüzyılı aşarak  çağlar ötesine sarkmasının ve  içinde yaşadığımız modern çağda bile hâlâ aktüel değerinden bir şey kaybetmemesinin yegâne sebebini, onun, engin bilimsel yeterlilikle metafizik konuların anlaşılmasında izlediği yöntemde aramak gerektiği kanaatindeyim. Ebû Hanîfe’nin Kelam sisteminde akıl-vahiy ilişkisi önemli bir yer işgal eder. Bu konuda o, akla ve nakle  olması gereken değeri vermiştir. Düşünce sistemini Kur’an, sahih haber ve sahabe fetvâsı üzerine kurmuştur. Ona göre, dini inancın malzemeleri vahiyden çıkarılır. Aklın görevi, bu malzemeleri doğru bir şekilde yorumlamaktır.

Diğer taraftan, Ebû Hanîfe’nin, Allah’ın varlığı ve nübüvvetin gerekliliği gibi konuları analitik yargılara bağlı olarak tümel anlamda evrensel bilgi düzeyinde anlaması, modern çağın sistem kurucu  filozofları ile bütünleştiğinin bir göstergesidir. Ebû Hanîfe’nin onlardan ayrıldığı nokta, dinde aklın yargılarını mutlak olarak görme yanlışına düşmemesidir. O, aklın tümel olarak kavradığı kimi konuları, özeller düzeyinde sentetik yargılardan hareketle vahye dayandırması, akıl-vahiy ilişkisini dengeleme açısından büyük anlamlar ifade etmektedir.

Ebû Hanîfe, her ne kadar kendi çağında aklın önemini hafife alan ve aklî düşünce girişimlerini mahkum eden zihniyetler olmasına ve kendisine de karşı çıkmalarına rağmen, re’yciliğinden hiçbir zaman ödün vermemiştir. O, bir hakikat araştırıcısı olarak, hiçbir zaman -kimden gelirse gelsin- doğrunun fâiline değil, fiiline/eylemine bakmıştır. Doğru bildiği görüşlerini her zaman ve her şartta, -velev ki bu devrin siyasilerine sivil itaatsizlik şeklinde bile olsa- savunmuş ve arkasında durmuştur. Ebû Hanîfe, her ne kadar ehl-i hadis tarafından, dini doğru anlamada re’yciliği bir yöntem olarak benimsemesinden dolayı yeni bir din mûcidi (!) olarak suçlanmışsa da, hadîslerin anlaşılmasında geliştirdiği yönteme bakılırsa, ona haksızlık edildiği açığa çıkar. Onun hadîsleri Kur’an’a  arzederek kritiğe tabi tutma metodu, günümüzde,  İslamî ilimler alanında yeni yöntem arayışlarının yapıldığı bir dönemde, çözüme yönelik olarak   heyecan yaratıcı bir çıkış yolu bulmaya hizmet edebilir.

Hiç kuşkusuz vahiy, akla hitap eder ve akıl tarafından da yorumlanır. İşte bu noktada Ebû Hanîfe’nin te’vil, tefsir ve tenzil bağlamında geliştirdiği metodoloji, akıl-vahiy konusundaki ilişkilerin hangi bilimsel zeminde ortak bilgi üretim faaliyetlerini gerçekleştirmeye katkıda bulanacağını öğrenmemiz açısından son derece önemlidir. Bu noktada o, zâhirinden ne kastedildiği anlaşılmayan âyetlerin tenziline iman etmekle birlikte yorumunda hata eden kimsenin küfre girmeyeceğini; aksine, zâhirinden ne kastedildiği açıkça anlaşılan tenzili ve tevili bir olan âyetlerde te’vile gitmenin insanı küfre düşüreceğini söylemesi, muhkem ve müteşâbih nasların yorumunda izlenmesi gereken yöntemi belirtmesi açısından önemli bir yenilik olarak görülmelidir.

Ebû Hanîfe’nin kelamî konuların anlaşılmasında izlediği akılcı yöntemi, daha sonra ona Fıkıh alanındaki çalışmalarında güçlü bir performans sağlamıştır. Ebû Hanîfe’nin, delil olma bakımından her birisini kendi doğasında gören akıl-vahiy anlayışı, bugünün Müslüman zihniyeti açısından bilinmesi, son derece önem arz etmektedir. Onun yüzyıllar ötesinden  dini doğru anlama konusunda geliştirdiği akılcı yöntemi iyi kavranırsa, yüzyılımıza hitap eden çağrısı, yenileşmeci Müslüman zihniyette yankı bulacaktır. Elbette bu çağrı, içinden geçtiğimiz belirsizlikler çağında,  hemen hemen hayatın bütün alanlarında yönünü/pusulasını şaşırmış İslam âlemi için de bir çıkış yolu haritası  işlevi görecektir.