Başlığımız, irfan ehli insanlardan kalan bir mirastır ve yaşanmış birçok hayatın biriktirdiği tecrübenin dile döktüğü ilkesi ve de vasiyetidir.
Eski insanlardan duyduğumuz uyarı sözlerinden birinin ‘ağzını hayra aç’, olduğunu, ömür yolculuğunda mesafe almış olanlar hatırlayacaktır.
İyi düşünmek ve dile iyi şeyleri söyletmek, hayatı güzelleştiren en önemli tavır ve duruşlardan olsa gerektir. Yoksa, irfan ehli insanlar bu uyarıları boşa yapmış olamazlar.
Aynı hatada ısrar etmenin insana kaybettirdiği şey, bir başka hataya vaktinin ve fırsatının kalmaması olabilir mi acaba?
Bu ne demek şimdi?
Bir başka hataya vaktin kalmaması, insan için kayıp mı olurmuş?
Her hata bir tecrübeye kapı aralıyorsa, tecrübe de insan için en büyük kazanımlardan biri ise, evet, insanın yeni bir hataya vaktinin kalmaması de bir kayıptır, onun için.
Öyleyse, insanın tekrar etmemesi gereken hatalarından biri iyi düşünememek, diline iyi şeyleri söyletememek, olsa gerektir.
Söz tohumdur, diyen eskiler, iyi sözün de kötü sözün de filizlenme ihtimalini önümüze sermiş değiller midir?
Söylenmiş sözün değil, düşüncenin bile gerçekleşme kabiliyetinden bahseden irfan ehli insanların haklarını, vasiyetlerine uymamaktan dolayı edineceğimiz acı tecrübeler sonrasında teslim etmek, bizim için talihsizlik olsa gerektir.
Düşüncelerin gerçekleşme kabiliyeti, madde ötesi yani metafizik biliminin sahasına giren bir uğraş olabilir fakat bir bireyin kendi başına, bu durumun gerçeklik payının olup olmadığını ilmen araştırabilmesine imkân olmadığını, düşünüyorum.
Çekim yasası ile adlandırılan ve bilimsel çalışmalara konu olan bu sahadaki genel kabul görmüş cümlelerden biri şudur:
“İnsanoğlu; ağzından çıkan cümlelerin, beyninde oluşan düşüncelerin bütün evreni dolaşıp, tekrar ona geri döndüğünü bilse, çok daha dikkatli olurdu.”
Meselenin bilimsel yönünü merak eden dostlar, çekim yasası bağlamında yapılmış çalışmalara ilişkin kaleme alınmış metinlerin mekânı olan kitap ve dergilere göz atabilirler. İlginç cümlelerle karşılaşabiliriz.
Bu ahval içinde bize düşen vazife, arkasında bir hikmet olduğuna inandığımız vasiyetleri kaale/dikkate almaktır.
Bu vasiyeti hayatımıza tatbik bağlamında, örnekler verelim.
Şayet sınav arifesinde bir öğrenci isek, düşüncemiz, ‘ben bu sınavı kazanacağım’ şeklinde olmalı ve bunu dilimize söyletmeliyiz. Elbette ki, bu gaye için ortaya konmuş bir gayretimizin varlığını temel kabul ederek, böyle bir tavır sergilemeliyiz.
Meseleye, kutlu vasiyete aykırı olarak bakarsak ve ‘ben bu sınavdan 69 alır ve kalırım’ düşüncesine zihnimizi işgal ettirir ve işgal güçlerinin sözcüsüne bunu dilimizle söylettirirsek, şüpheniz olmasın ki, o sınavdan 69 alır ve kalırsınız.
Arabanız ile bir sokakta park yeri ararken, ‘biraz ilerde bir aracın boşalttığı bir yer bulurum’ düşüncesi ile sokakta devam ederseniz, mutlaka bir boş yer bulursunuz ya da yerini boşaltan ve parktan ayrılan bir araç görürsünüz.
Buna da tersinden bakalım: ‘Bu sokakta boş yer bulmak imkânsız’ sözü ile aracı sürmeye devam ederseniz, emin olun ki, bir başka sokak aramak zorunda kalırsınız.
Ömür verilmiş insan sayısı kadar örnek verilebilir, bu konuda.
Halbuki, olumlu düşündüğümüz zaman, düşünmeye sebep konunun olumsuz sonuçlanması durumunda kaybedecek bir şeyimiz yoktur. Öte yandan, olumsuz düşünerek, istemediğimiz durumu çağırmış oluyoruz.
Sözün tohum olduğunu ve düşüncelerin gerçekleşme kabiliyetinin olduğunu bilen insanlar, çocuklarına bir tembihte bulunacakları zaman, örneğin, ‘yavrum, o ağaca çıkarsan düşersin’ yerine ‘yavrum, o ağaca çıkarsan düşme’ şeklinde tembihte bulunurlarmış.
Düşersin demekle, düşme demek arasındaki fark, adresi belli olan ile belli olmayan mektup arasındaki fark gibidir, kanaatimce.
‘Ağzını hayra aç’ düsturundan haberdar olan insanlara yakışan tavır da bu olsa gerektir.
Bu insanların vasiyetleri bize bir bedel karşılığında satılıyor, değildir. İsteyenin, hiçbir bedel ödemeden istediği kadar alabileceği bir kıymet durumundaki bu tecrübeler, galiba yeterince müşteri bulmuş değildir.
Paha biçilemez olanı, ‘bedeli yoksa değeri de yoktur’ şeklinde mi değerlendiriyoruz acaba?
Şunu da ifade ederek bitirelim:
Yazılarımızı takip eden dostların, kaleme alınmış bu satırları sığ bir ‘polyannacılık’ olarak değerlendirmeyeceklerine inanıyorum.
Çünkü mesele, bu kadar basit değildir.
Bu meseleye karşı; ‘hikmetinden sual olunmaz’ ilkesi ile tavır belirlemek, asil duruşlardan biridir.