Bu haftaki yazı başlığını dünyanın ve canlının devir saati şeklinde belirleyip ve bunun üzerine bir fikir ortaya koyup, deneme şeklinde irdeleyelim istedim…
Devir saatini daha çok araçların ön kısmında aracın gaz butonuna bağlı olarak ilerlediği üzerinden gidersek; en azından konunun somutlaştırma adımını atmış oluruz diye düşünüyorum. Bura da gaz butonu ve aracın devir saatine bağlı hararet olasılığını da tespite mecbur tutacağımız su götürmez bir gerçek… Tabi burada konunun içerik olarak ilerleyişi bir tamirci tavrından uzakta sadece görünenin bilinmekten uzakta olduğu bir anlayışla ele alındığı gerçeği sizi karşılayacaktır. Bu da sizi yanıltmasın… Yukarıdaki paragraf konunun giriş kısmından gelişme kısmına bir basamak teşkil ettiği gerçeği konunun sonunu anladım ya da daha edebi bir tabirle ana teması da şu imiş durumuna da yöneltmesin… Dediğim gibi görünenin her zaman bilineni vermediğini bilmek; matematikle iştigal olanların hesaplayacağı bir işlem olsa gerek. Ya da konuyu devir saatinden alıp, gaz butonundan depodaki yakıt durumuna doğru bir yolculukla işlesek galiba birikimsel sürecin devir saati üzerinde ki etkisini bir işleme tabi tutmuş oluruz. Bilmek bu anlamda görünenin, bilinmekten uzak olma durumunu ortadan kaldıracaktır.
Öyleyse konuyu detaylandıralım…
Yaşam, canlı için bir habitat ya da ekolojik niş adını verdiğimiz kavramların tezahürüdür. Ekolojik anlamda konunun evrilişi insanın “eko mod” denilen bir sürecin içerisinde yer alıp almadığı olsa gerek. Çünkü karbondioksit ve oksijen döngüsünün tam merkezinde yer alan beşeriyet, eko mod kavramından uzakta olması karbon ayak izi sürecinin artırımı ya da azaltılması hususunda bir nirengi noktası konumundadır. Depodaki yakıt litresi ile gideceği kilometre üzerinden bir hesapla yolun eğimini hesaba tabi tutmama durumu, aslında görünmeyen üzerinden bilinenle olan yolculuğunda tamamlanması gereken eksiklik nerede sorusunu, yok saymakla başlayacaktır; yolculuğuna…
Devir saati derken yakından uzağa doğru konuyu anlatma eğilimini dikkate alarak kastetmek istediğim biyosferin kendi sloganı olan oksijen, karbon, fosfat ve kayaç döngüsü olsa gerek… Ve canlının devir saati de yaşamsal anlamda bu slogana tabi olma durumu, içgüdüsel bilginin varlığı ile mümkün elbette… Bu devir saati içerisinde yaşamsal anlamda kullanılan, bir kavramla konuyu ilerletmek gerekecekse, bu da üzerine makalelerin yazıldığı, beşeriyetin olmazsa olmazlarından biri su döngüsü olsa gerek…
Buraya uzun bir dipnot düştükten sonra devam edelim… Dipnot içerisinde durumun kavramsal kargaşasını hesaba katmak ve bir sonuca varmakta faydalı olacaktır.
“Şöyleki devirli rüzgârlar dediğimiz muson rüzgârları Güney Doğu Asya’nın akarsu kaynaklarının şekillenmesinde önemlidir. Sel taşkın kısmında ise; konunun devamı niteliğinde yaz musonları Asya da can ve mal kaybının artmasında büyük etkiye sahiptir; fakat matematiksel işleme gelmeyen bir denklemle pirinç üretiminin kaynağı hususunda da önemlidir. Şehirleşmenin yan etkileri arasında olan asfaltlama çalışması da yağan yağmur miktarının toprak tarafından emilip yer altına sızma durumunu engellemesi dolayısıyla sel ve taşkın olayının yaşanmasına neden olabilmektedir. Drenaj kanallarının tertibi aynı zamanda bu gibi alanların yerleşime açılmaması da yaşanacak problemleri en aza indirecektir.”
Bu dipnotu düştükten sonra konuyu bir sonuca bağlayalım… Yani doğanın kendi içinde denklemsel anlamda kendi matematiğine uygun bir döngüsü söz konusu… Bu döngünün içinde yer edinen canlının adaptasyon süreci ekolojik anlamda bir tolerans payına sahiptir. Bu süreç elbette insanın beşeriyet alanında cürmü kadar yer yakma durumu olsa gerek. Tabi burada cürmü kadar yer yakar; ifadesi küçümsenmemeli; çünkü doğanın hinterlandı içerisinde herkes kendince doğada bir yer edinir; elbette. Bu da canlının ekolojik ayak izi olsa gerek…
Sağlıcakla…