Annemin dizlerine uzanmıştım. Yakışıklı, yorgun ve âşıktım. Yeni yıkanmış uzun saçlarımın arasında dolaşan anne elinin şifa olduğunu çok sonra anlayacaktım.
Yakışıklıydım. Oğullar, annelerinin gözünde yakışıklıydı. Ben de annemin gözünde, yanında, gönlünde yakışıklıydım. Tartışmasız bir gerçekti bu. Uzun saçlarıma limon suyu ile şekil veriyordum. Sevdiğim böyle istiyordu.
Yorgundum. Futbol idmanından yeni gelmiştim. Yorgundum; futbol oynamanın yanında atletizm de yapıyordum. Metin, Sadettin, Cengiz ile sevdiğimiz kızların sokaklarında, serin ikindi vakitleri başlayıp bazen sabahları bulan turlamalarımız yorgunluğuma dâhil değildi.
Âşıktım. Adı Hâceydi. Şimdi, aradan bunca yıl geçti, hala onu tarif ederken kıskanıyorum! Boyu, posu, saçları, yüzü, gizli gamzesi bana kalsın. Nasıl söyleyeyim: “Genç kızlığın çiçek açan mevsimini yaşıyordu” Hace. Ya da şöyle: Dudaklarının kenarında, genç kızlığının tazeliğiyle kuşlar kanat çırpardı. Niye böyle diyorum; bunca yıldır, içimde, bir tek onda gördüğüm ve manasını yalnızca ikimizin bildiği gülüşlerini saklıyorum.
X
Sol elimle onun sağ elini tutuyordum. Demiştim; Bir kadın en çok da avucunu öpüldüğün de sevilir. Acunu öpmüştüm. Başım önümdeydi. Gidecekti. Masada duran kağıdı karalıyordum çaresizlikle. Ne diyebilirdim. Gitmeliydi. Sonra şunları yazdım: "Non ti veglio lasciare".
*Seni bırakmak istemiyorum.
X
Yüzünü görmediğim ancak eteğini gördüğüm bir bayan yürüyordu önümden.
Etek; kadındı, etek yeni yetmeliğimdi, etek güzeldi.
X
Epey zamandır fark ettiğim bir durum. Dükkânı, bahçeyi süpürür ve paspaslarken ve bulaşık yıkarken rahatlıyorum. Sakinleşiyorum. İnsan diyorum, insan hiçbir şey yapamıyor olsa bile türkü söyleyerek kaldırımı, sokağını süpürebilir ve bulaşık yıkayabilir.
Benim çocukluk yıllarımda yaşadığım evde -bir dönem- su yani çeşme yoktu. O zamanlar altı kardeştik. Rahmetli anacığım, gece olup el ayak çekildikten sonra, önce beni ve ablamı yıkar, sonra ablamla ben diğer kardeşlerimiz için su taşımaya başlardık. Rahmetli anacığım da öyle az suyla iş gören bir kadın değildi. Gece birlere kadar -Allah'tan mahalle çeşmesi yakındı- ablamla su taşıdığımızı bilirim.
Taşınan suyun bir kısmı altında ateş yanan kazana boşaltılır diğeri de kaynayan suyu ılıtmak için kullanılırdı. Anam öldü, şimdi evlerde kombi var ve ancak öyle hissediyorum ki o günlerde daha temiz, daha pak, daha insandık.
X
Er yada geç ölüp gideceğiz. Benden önce gidenlere bakıyorum, gönlümdeki, duamdaki yerlerine bakıyorum. ( Allah katında ölçü değilse de..) Mütebessim, olumlu cümleleri çok olan, sırtımı sıvazlayanları daha bir hayırla yad ettiğimi görüyorum. Benden önce giden insanlara bakarken, bu insanların makam ve mevkileri, bu insanların yaşları, bu insanların bay-bayan oluşları da gelmiyor aklıma. Hata ve eksikleri ile insan ve ancak merhameti çok olanları daha çok, daha içten andığımı görüyorum.
Biçerdöver ustası, bütün boş zamanlarında kitap okuyordu ve çiftliğin ukala-şımarık sahiplerinden biri soruyordu. Usta hep okuyorsun, kâtip mi olacaksın? Hayır dedi usta. Peki, ne olacaksın diye devam ettirdi sorusunu: “İnsan olacağım” dedi usta. İnsanlığı yolda bulmuş genç adam hayretle konuştu. İnsan değil misin usta?
İnsan olalım.