Duanın gücü müsellemdir, bizzat vakidir. Doktorlar bile duanın tedavi edici gücüne inanmaktadır. Hele hele 2020-2021 yargı yılının açılışında Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hocanın yaptığı duanın gücü tartışılamaz bile.
Bu dua, laik kesimi şoka soktu. Ecevit döneminin Adalet bakanı Hikmet Sami Türk; “Diyanet İşleri Başkanı’na yaptırılan, Cumhurbaşkanı ve Yargıtay Başkanı’nın da katıldıkları dua ile laik Cumhuriyet’e Fatiha okutulmak istenmiştir… Mahkeme ile cami karıştırılmamalı, duanın yeri mahkeme değil camidir. Hâkimler ve Yargıtay üyeleri, ilahi adalet için dini kurallara göre değil, anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Böyle bir adli yıl açılışı şimdiye kadar hiç olmadı” diyerek şoka girmiştir. Evet, böyle açılış törenleri sizin laik zihniyetin hâkim olduğu dönemlerde elbette olmamıştır. Olamazdı da, çünkü siz dini; vicdanlara, camiye ve mezarlığa hapsettiniz. Allah, parlamentoya, yargıya, kışlaya, bakanlıklara karışamaz dediniz. Yani Allah’ı bazı işlerinize karıştırıp bazı işlerinize karıştırmayarak şirki seçtiniz ve “Böyle de müslüman olunur” diyerek bize “Müslüman” tanımı dayattınız. Hâlbuki bu müşrik bir insan tanımıydı. Kamusal alanda, meydanda, merasimlerde ayet okuyanları, dinî içerikli konuşma yapanları, o zamanların meşhur 163’üncü, o kaldırılınca 312’inci maddesiyle “Dine dayalı bir devlet talebi yapılmaktadır” diye yargılayıp hapse attırıyordunuz.
Çok iyi hatırlıyorum, Necmettin Nursaçan hoca, Kayseri Merkez vaizliği yaparken merhum Erbakan hocamız onu Mili Selamet Partisi listesinden ikinci sırada Kayseri milletvekili adayı göstermişti. Seçim çalışmaları esnasında Kayseri Cumhuriyet meydanındaki kalabalığa konuşurken bir ayet okudu. Sen misin Kur’an’dan ayet okuyan? “Sen devletin temel nizamını dine dayandırmak istiyorsun” suçlamasıyla 163’den yargılandı. İşte en ufak bir dinî söylemde Demokles’in kılıcı gibi sallandırdığınız 163 ve 312. Maddelerden korkan zevat da bu gibi dualı, dinî içerikli açılışlar yapamıyorlardı. Bu tabular yavaş yavaş yok edildiği için bu tür törenlere alan açılmış oldu.
İşte eski Türkiye’nin onulmazları, son kullanma tarihleri çoktan geçmiş olanları, özellikle de CHP’nin İslam’a karşı önyargılı olan eski tüfekleri yeni yargı yılının ve Yargıtay binasının açılışında yapılan dua ile ters köşe oldular ve şoka girdiler.
Bu olay üstüne Ak Parti 22. Dönem Tokat Milletvekili ve şu anda Star gazetesinde köşe yazarlığı yapan Resul Tosun, 12 Eylül 2021 tarihinde “Laiklik ya çıkarılmalı ya da tarif edilmelidir!” başlıklı yazısından sonra laiklik, TV kanallarında ve malum gazete manşetlerinde yeniden sahne aldı. Ne demişti Resul Tosun da laiklerin sinir uçları harekete geçmişti? Aynen şöyle demiş:
“Hep söylüyorum, milli mücadele kahramanları emperyalist işgalcileri kovdu ancak işgalcilerin kültürünü bu millete ve devlete dayatan CHP oldu. Emperyalistlerin yapamayacağı kültür işgalini tek parti döneminde CHP yaptı! Ve o zihniyet bugün hâlâ hayatiyetini sürdürüyor. CHP'nin öncülüğünü ve siyasette önderliğini yaptığı o zihniyet, bu milletin başta inancı olmak üzere tüm moral değerlerini kendisine hasım olarak hatta düşman olarak gören ve onunla mücadele etmeyi ilke edinen bir zihniyet. Milletin kahir ekseriyetinin reddettiği bu zihniyet, kâh sivil toplum örgütü olarak, kâh siyasi parti olarak hâlâ eski alışkanlıklarından vazgeçmemiş ve hâlâ borusunun öteceğini düşünerek değişik zamanlarda provalar yapıyor.”
Ne de güzel söylemiş. Ağzın bal yesin hocam. Bu dediklerin tarihen tescilli. “Dindarlıkla dinciliği ayırıyoruz” diyerek etliye sütlüye karışmayan, dini sadece camide namaz, Ramazan ayında oruç, ömürde bir defa yapılan hac ve benzeri ibadetleri yapmakla yetinen, suya sabuna dokunmayan, fincancı katırlarını ürkütmeyen, devlete talip olmayan, yargıya asla dini sokmayan, kışlada dinî kurallara yer ayırmayan acûbe Müslümanlar(!) onlara göre “Dindar Müslümanlardır.”
“Namaz, oruç, hac, zekât ve benzeri ibadetlerle beraber İslam’ın bir hayat nizamı olduğunu söyleyenler, Rasûlullah’ın; hem camide imam, hem mahkemede kadı/hâkim, hem ordu komutanı, hem de devlet başkanı olarak hayatın her kesitinde dini yaşanır kılan bir peygamberdir, dolayısıyla Rasûlullah’ın bu hayat tarzı, kıyamete kadar bize bıraktığı bir mirastır. İşte din de budur” diyenler “Dincidir, siyasal İslamcıdır.”
Artık bu kafa, laikliğin her türünün İslam’la uzaktan yakından zerre miktarı ilişkisinin olmadığını kavramalıdır. Müslüman yazar-çizerler de eğip bükmeden kavramları olduğu gibi ortaya koymalıdırlar. Çok güvendiğimiz hocamız, yazarımız, siyasimiz İslamî taleplerini gündeme getirince laikler hemen atağa geçerek “Sen Şeri kurallar uygulansın, yargıda, parlamentoda, kışlada şeriat kuralları geçerli olsun diyorsun. Yani sen Şeriatçısın” deyince “Hayır ben şeriatçı değilim, Müslümanım” diyerek acube bir cevap veriyor. “…Sana gelen hak ve hakikatten vazgeçip onların heva ve heveslerine uyma. Sizden her birinize (her ümmete) ayrı bir ŞERİAT ve yol tayin etmişiz…” (5Maide:48). “Sonra biz sana ŞERİAT verdik ona uy. Bilmeyenlerin (cahil cühelânın) heva ve heveslerine uyma” (45Casiye:18) ayetlerini alınlarına çakarak “Bu ayetler de açıkça ortaya koyuyor ki Şeriat, Allah’ın peygamberlerine gönderip amel etmelerini/hayata geçirmelerini istediği emir ve yasaklar bütünü, yani İslam’ın ta kendisidir” deme cesaretini gösteremiyor. “Kişi, hakkı söylemesi gereken yerde mutlaka hakkı söylemelidir. Bu onun ne ecelini öne alır, ne de kendisine ait rızıktan mahrum eder.” (Beyhaki, Şu’abu’l İman, 7172) hadisini hayatına girdirmiyor. İslam düşmanlarının, davalarını savunmada gösterdikleri cesaretin yarısını bile gösteremiyor.
Müslüman aydınların bazısı, “laikliğin tanımı yapılmamıştır, tanımını yapalım” demekte. Buna karşı da bazı laikler de, Türk Dil kurumunun sözlüğünde; “Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan, devlet işlerini dinden ayrı tutan kişi veya kurum” diye yapılmıştır deyince, bizim aydınımız bodoslama tanımın üzerine atlayarak “İşte bu tanımı anayasamıza sokalım” demektedirler.
Olmaz arkadaş olmaz!!! Laikliğin bütün türevleri İslam’a ters düşer. Hepsinin ortak paydası dini devletten koparıp atmaktır, âdetâ Allah devlet işlerinden anlamaz demektedir. İslam’daki din ve vicdan hürriyeti ile laikliği aynı kefeye koymak da yanlıştır. O zaman laikliği kendi doğasından çıkarmış, genetiğini bozmuş olursunuz. Laiklik bir devlet sistemidir ve dini, devletin bütün kurumlarından azleden bir genetiği vardır. Hâlbuki İslâm'da din ve dünya ayrılığı yoktur. Bunlar tam bir bütünlük içindedir. Bu sebeple de “Din işi ayrı, dünya işi ayrı” gibi laik anlayışlara İslâm'da yer yoktur.
Laik sisteme inanan Kemalistler “Laiklik Atatürk’ün getirdiği altı ilkeden biridir. Anayasamıza göre laiklik tartışmaya açılamaz, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” diyerek kutsallık atfederler, adeta tabulaştırırlar. Anayasadaki “Laiklik değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddesi meclise verilecek olan bir teklif ile çöpe gider. “12 Eylül darbe Anayasasının külliyen ilgasına” teklifi Mecliste yeterli çoğunluk tarafından kabul edildikten sonra şu andaki anayasa, bütün müştemilatı ile yok olup gider, dolayısıyla laikliği tabulaştıran o madde de kendini çöplükte bulur. Hani “Demokrasilerde çare tükenmez” denmiyor mu?
Bir de Atatürk’ü arkalarına alarak laikliğe sahip çıkanlar 5816 sayılı koruma kanunundan cüret almaktadırlar. Bu kanuna dayanarak Mustafa Kemal’le iltisaklı her konuyu aynı hararetle savunmaktadırlar. Onların ellerinden bu istismar dayanaklarını almak için 5816 sayılı Atatürk’ü koruma kanununun kalkması için medyada kampanya başlatılmalıdır. Milli kahramanlar kanunla korunmaz, milletin gönlünde yerlerini alırlar. Ancak dikta rejimler milli kahramanlarını kanunla korur. Böylece Atatürk de istismardan kurtulmuş ve varsa milletin kalbinde gerçek yerini almış olur. Müslümanlar da bu kanundan çekinerek kavramlarına, genetiğini bozmadan sahip çıkarlar. “Ben Şeriatçi değil Müslümanım” deme garabetine düşmezler.