Özgürlüğün somut bir mana kazanmış halidir gökyüzü. Ve bu özgürlüğü yalnızca ona sevdalı insanlar anlar. Bu insanların en değerlisi hiç şüphesiz Vecihi Hürkuş’tu.
Vecihi Hürkuş, vatan ve uçma aşkının bedelini sefalet içinde geçen bir hayat ve birkaç arkadaşının katıldığı cenaze töreni ile ödedi.
Vecihi Hürkuş’un en büyük hayali bir Türk olarak kendi uçağını üretmek ve kendi gibi bu işe gönül veren nesiller yetiştirmekti.
Ama istediği her şey tabir-i caizse kursağında kaldı.
Kurtuluş Savaşı’nda ilk uçağı uçuran Vecihi Hürkuş, 1923 yılında İtalyanların bozulup bir kenarı atılan uçağını Edirne’de tamir ederek İzmir’e kadar uçurdu. Bunu görenler uçağa “Vecihi” ismini verince kendine güveni artan Hürkuş, komutanının da desteklemesi ile uçak yapmaya karar verdi.
Yaptı da!
O kendisi için söylenen; “Ona kapıyı ver, üstüne çıkar, onu da uçurur.” cümlesinin hakkını verircesine, 14 ay da çoğu parçası yerli olan “Vecihi K-VI” ismini verdiği uçağını üretmeyi başardı.
Fakat asıl sorun burada başladı. Türkiye’de bu konuda yetkili kimse olmadığı için uçağını uçurmasına onay verilmedi.
Buna aldırış etmeyen ve uçağını uçurma aşkıyla dolu olan mucit, kuralları delerek İzmir’den havalandı ve müthiş bir uçuş gerçekleştirdi.
Onu gökyüzünde hayal edebiliyor musunuz? Ben ediyorum. Nasıl bir gurur ve heyecan yaşamış, nasıl nefesi kesilmiştir kim bilir?
Fakat ayakları yere bastığında onu yıkacak bir kararla karışılaştı.
İzinsiz uçuş yaptığı için Vecihi Hürkuş’un uçağına el konuldu. Bir daha kendisine verilmedi.
Ardından Hava Kuvvetleri’nden istifa ederek Ankara’da, Türk Tayyare Cemiyeti’ne katıldı. Burada “Nasıl olur da havacılık faaliyetlerini insanlara sevdirebilirim?” diye düşününce aklına bir fikir geldi. Hemen bir tüzük hazırladı. Burada yazana göre Türk Tayyare Cemiyeti’ne bağış yapanlara bağışın derecesine göre bronz, gümüş, altın ve elmas madalya verilecek ve 10 bin lira bağış yapanlarında o parayla alınan uçağa adı verilecekti.
Bu atılımı epey beğeni topladı.
Kurum vasıtasıyla Almanya’ya gitti. Buradaki havacılık faaliyetleri hakkında incelemelerde bulundu. Tüm bunlar Vecihi Hürkuş’u tekrardan umutlandırdı. Ve tekrar uçak yapmaya karar verdi.
Böylece tarih bir kereste atölyesinde üç ayda “Vecihi XIV” uçağının yapılmasına şahit oldu.
Takvimler 27 Eylül 1930’u gösterirken Hürkuş Kadıköy’de uçağını cihana duyurma uçuşunu yaptı. Fakat yine yine ve yine izin çıkmadı. Cesur mucit bu kez de uçağı parçalayarak Prag’a göndermek zorunda kaldı. Burada izin alınarak geri dönen Hürkuş uçağıyla tüm Türkiye’yi karış karış gezdi. İnsanlara uçmayı, özgürlüğü, gökyüzünü anlattı. Onlara havacı olmanın zor bir şey olmayacağını gösterdi. Bu çabaları karşılıksız kalmadı. Herkes Vecihi’ye kulak verdi. İnsanlar inanılmaz derecede bağışlar yapmaya başladı. Türk Hava Kurumu gelen yardımlarla ihya oldu. Her şey güzel gidiyor bu sefer olacak mı derken enteresan bir şey daha oldu ve Vecihi Hürkuş’un uçağına uçuş yasağı geldi. Ne kadar acı değil mi? Bir şeyler yapmaya çalışırken ayağına pranga vurulması…
Fakat Vecihi tabuları yıkmayı o kadar istiyordu ki, 21 Nisan 1932'de kendi okulu olan Vecihi Sivil Tayyare Mektebi'ni kurdu. Burada çok öğrenci yetiştirdi. Yetiştirdiği öğrencilerle çok badireler atlattı.
Buraya sığamayacak kadar çok sınavdan geçirildi. Ama yılmadı. Hayatının son günlerinde yoksul kaldı. Verdiği çaba, emek, bir milleti diriltmeye yetecek kadar zekâ, hepsi görmezden gelindi. 16 Temmuz 1969’da sessizce aramızdan ayrıldı.
Hatıratında söylediği şu cümleler aslında onun kahramanlığını özetliyor; “Ben Vecihi Hürkuş, bundan 88 yıl önce ülkemi kanatlandırarak soyadımı hak ettim. Benim özgürlüğüm milli bağımsızlığa tek yolun, milli üretimden geçtiğine olan inancıma ömrümü vakfetmekti. Çünkü başkalarının kanatlarıyla uçmaya çalışanlar ‘Hürkuş’ olamazlar.”