DÖNERKEN EVE

Hakan Bahçeci

            Meşe kömüründe demlenirdi çay, bakır kazanın üzerinde kocaman bir nazar boncuğu ve ay yıldız işlemesi göze çarpan ilk şey… Çay kokusu hiç bu kadar yakışmamıştı belki de başka bir mekâna. Ocağın yanında üzerlerinden sürekli buharlar çıkan bardaklar ve kenarlarında kırmızı beyaz çay tabakları. Çay ocağını sarıp sarmalayan koyu renkler camdan gelen ışıkla tatlı loş bir hava bırakıyor.

            Öğle namazı çıkışı dükkânın önünde oluşan kalabalık ikindiye kadar giden gelenle devam edecek. Ocağın sahibi “Teke Ethem” sürekli gülümseyen gözleri ve tıknaz boyuyla müşterilerinin oturup kalkmalarını sanki her yerde ayna varmış gibi takip eder eli altındaki çay dağıtan çocuklara sürekli emirler verirdi.

            Çayı kadar pişirdiği Türk kahvesi ile de meşhur Teke Ethem, alamadığı çay parasına değil oturup da çay içmeden kalkan müşterisine üzülürdü daha çok. Karnı acıkıp gelen de doyururdu karnını burada “Ethem Usta bir çay bir ekmek” diyen bilirdi ne geleceğini; közde ısıtılmış yarım ekmek, arasına köy peyniri ve üzerine sürülmüş tereyağı… Ve illa büyük bardak çay.

            Bu çay ocağında vakit ne hızlı akar ne çok yavaştır. Olduğu gibidir ve sezdirerek geçer zaman. Küçük ekran televizyonun sesi sanki otomatik gibi ezan okununca kısılır, bitince tekrar aynı seviyeye gelir. Bunu kim yapar ve nasıl takip eder bilinmez. Aynı televizyon ajanslar çıkınca daha bir ses çıkarır ya da herkes susunca böyle mi duyulur o da muammadır.

            Kare şeklinde üç masa dördüncüsü kapının oraya emaneten koyulmuş bir sehpa… Dükkânın önünde küçük iskemleler ve üç beş masa… Köşedeki masada iki kişi; birisi emekli adliye memuru diğeri emekli tapucu. Ortada yalnız oturan ihtiyar kasketi ve kravatı ile kaymakamlıktan ayrılma kalem müdürü Hüsnü. Ve duvar kenarında üç kişi daha. Velhasıl dükkân müşteri ile dolu. Lakin son çaylarını ne zaman içmişlerdi ve kalkarken toru topu kaç bardak çay parası vereceklerdi?

İkindi namazı çıkışı şehir bir telaş ile yerinden kalkarken çay ocağında içinde bir değişim başlar. Tüm bardaklar toplanır, markalar sayılır, akşam üstü müşterisine hazırlık yapılır. İşte böyle bir gün yani sıradan yani olması gerektiği gibi… Sıradan bir çay ocağı sohbeti başlayacak gibiydi. Köşede oturanlardan biri “Asacaksın bunlardan birkaçını, bak bakalım kalıyor mu bunlar” dedi. Yanındaki destek verircesine “hem de meydanda herkes görecek” dedi. Ortada oturan ihtiyar “boş verin bunları, el alemin parasını görmüyor musunuz, batıyoruz” diye inledi.

Duvar kenarında oturanlardan biri “bakmayın siz ihtiyara amcaya, gelip geçici bunlar” diyecek oldu ama daha cümlesi bitmeden Kalem Müdürü Hüsnü, daha sesini yükselterek “batıyoruz, hani vaatler hani uçup kaçıyorduk” diyerek kesti sözü. Köşede oturanlardan biri “doğru ya elbet… Paranın değeri kalmadı, dün ne idi bugün nerede” dedi. Yanındaki yine destek verircesine “Hükümettekiler ne iş yapıyor” diyerek çıkıştı.

Sesler hiç olmadığı kadar yükseldi. Teke Ethem “hele bir çay için” dese de hararetli bir tartışma başlamış oldu. Kimisi yöneticilere saydırıyor, kimisi pazardan piyasadan bilgi veriyordu. Üç kişi oturanlardan biri “bunlar oyun, diz çökelim istiyorlar” deyince ip hepten koptu. Onlarla baş edilmez, etimiz ne budumuz ne diyen de oldu, teslim olmak yok savaşsa savaş diyen de.

Kimisi dış güçler dedi, kimisi olmaz bu baştakilerle. Öteki sevindi, “oh olsun” diyen oldu beriki “olsun tabi, bunların yüzünden oluyor ne oluyorsa” dedi. Dükkânın önünden gelenler de oldu. Elini kolunu sallayanlar, ümidini kaybetmeyenler, hükümete kızıp sayanlar, “dik durmak lazım, destek olmak lazım” deyip “ya sabır” çekenler… Aynı çay ocağında, aynı kazandan çay içenler, aynı masada uçtan uca savruluyorlardı.

Ateşli bir tartışma, hararetle devam edip iş bağrışmaya dönünce çay ocağındaki o sade ve ağır vakit yerini hızla akan ve harcayan bir havaya bürünmek üzereydi.

Dükkânın kapısından kısa boyu, zayıfça ve çelimsiz bedeniyle sokağın amele işlerini yapan “Amele İsa” içeri girdi. Şöyle bir süzdükten sonra çay ocağını “Teke Ethem, bana bir çay dört ekmek” dedi. İlk önce havada kalan bu söz ikinci defa tekrar yenilenince sessizlik çöktü birden. Amele İsa, mutadı üzerine her akşam dönerken eve bir bardak demli çay içerdi, ikincisi olmazdı hiç.

Teke Ethem dayanamayıp sordu “hayrola İsa, haydi bir ekmek tamam dört taneyi nasıl yiyeceksin” Amele İsa gülümseyerek döndü çaycıya “Bugünün nafakasını çıkardım şükür, gelirken adamın birinin bavullarını taşıdım. Bugün de eve yemeği ben götüreyim”