Ekonomilerin geleceği FED, ECB’den gelecek açıklamalardaki sinyalin dozu başta olmak üzere, Çin ve Japonya ile gelişmekte olan ülkelerin gösterecekleri performansa bağlı kalma özelliği devam ediyor. Petrol ve emtia ürün fiyatları trendinin nasıl bir seyir göstereceği de, ayrı bir belirsizlik olarak ortada duruyor. Bunların üzerine, önceleri lokal nitelikte, günümüzde ise geniş bir alana hatta küresel bir boyuta ulaşan terörün, ülkelerin her alanında etkisini artırması, üstelik bazı gelişmiş ülkelerin kendi çıkarları için kullandıkları bu terör örgütlerini kısa, orta ve uzun dönemde kendilerinin elde etmeyi düşündüğü ekonomik (petrol, madenler) ve siyasi menfaatleri uğruna desteklemeleri, dünya denen gezegenin hiçbir yerinde artık kalıcı bir huzur ortamımın sağlanamayacağını işaret etmektedir. Zaten küresel ölçekte ekonomik faaliyetlerin durağanlaştığı, büyümenin yavaşlama sürecinin artık olağan duruma geldiği günümüzde, siyasi çatışmalara dayanan toplumsal kaos ortamıyla desteklenmesi, zor günlere hazırlıklı olmamızı göstermektedir. Küresel ölçekte sıralanan olumsuzlukların benzerleri ülkemiz için de aynen geçerlidir. Bu tür sorunların, dünyanın küçük bir köy haline geldiği, ülkelerin reel ve finansal ekonomileri bakımından adeta birbirine kenetlenme olgusuyla karşı karşıya olduğumuz günümüzde, olumlu veya olumsuz açılardan birbirlerinden etkilenmesi, çok daha kısa sürede gerçekleşmektedir. Ayrıca söz konusu ülkeler ABD, Japonya, Almanya, Çin gibi dünya ticaret hacminde önemli derecede ağırlığa sahip ülkeler ve bunların ekonomilerinin canlanması veya resesyona girmesi olunca, hızlıca yayılmakta ve tüm dünya ekonomilerini kolayca etkisi altına almaktadır. Yukarıda sayılan dört ülke, kabaca dünya üretiminin dörtte üçüne sağlamakta, birbirlerinin ve diğer ülkelerin ürettikleri malların önemli oranda alıcısı ve satıcısı konumundadırlar. Gelişmekte olan ülkelerin de genellikle geri teknoloji ağırlıklı sanayiye, tarıma, emek gücüne ve hepsinden önemlisi bir tek emtianın yüksek fiyatlardan satışından elde edilecek gelire bağlı olması, emtia fiyatlarının ise hızlı bir şekilde düşmesi, ekonomik gelişmenin durgunluğa girmesini derinleştirmektedir.
Küreselleşmenin tüm ülkeleri kapsaması tabir yerindeyse bundan kaçışın ve geriye dönüşün imkânsız olması, ülkeleri yöneten siyasetçilerin ekonomiyle ilgili alacağı kararları çok daha önemli kılmaktadır. Türkiye gibi yapısal ekonomik sorunlarını çözememiş ülkelerin dış dünyadan gelecek etkilere karşı açık durumda kalmaları, alınacak doğru veya yanlış ekonomi kararlarının ileriye yönelik sonuçlarıyla doğrudan ilişkilidir. Gündemi göz önüne getirirsek, yine FED’in ne yapacağı, faizleri şimdilik artırmayacağı ancak Eylül, Ekim aylarında ABD ve küresel ekonominin o zamanki koşullarına göre faiz artırımına gideceğiyle ilgili yorumların alıp başını gittiğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Ayrıca büyük Çin ekonomisinin yaşadığı ekonomik durgunluğun sanıldığından daha ciddi sorunları bünyesinde barındırdığı ve büyüme hızının düşmesinin aynı zamanda ithalatının azalması anlamına geldiğinden, tüm ekonominin stagnasyona yakalanmasına yol açmaktadır. Aynı şekilde ABD, Almanya ve Japonya’nın sürekli yapılan parasal reformlara rağmen üretim ekonomisi üzerinde, bir türlü atılım aşamasına geçememesi, dünya ekonomisinin durgunluğunun temel nedenidir. Emtia ürünlerinin fiyatlarının düşmesiyle defoları ortaya çıkan Şili, Kolombiya, Brezilya, Rusya gibi ülkelerin de milli gelirlerinin azalması, buna bağlı olarak işsizlik düzeyinin ve dış borçlarının artarak ekonomilerinin geleceklerinin ipotek altına alınması, küresel ekonominin istikrarsız büyüme sürecin hızlandırdı. Böyle bir son ise, cari açık verdiği için borçlanmak zorunda kalan gelişmekte yolundaki ülkelerin borçlanma maliyetini artırarak, üretim ekonomisine ve teknolojik yatırımlara gitmesi gereken kaynakların geçici açıkların kapatılmasında kullanılmasını zorunlu kılmakta, sonraki aşama ise bu ekonomilerin yapısal sorunlarının kalıcılığını pekiştirerek, her türlü istikrarsızlığa karşı savunmasız hale getirmektedir. Bununda sonucu yavaşlayan, reel ekonomiye göre orantısız şekilde büyüyüp parasallaşan ülke ekonomilerinin, global piyasaların havuzdaki suya atılan taşın meydana getirdiği dalgaların yayılması gibi istikrarsız konumunu sürdürmesi, dünyanın ekonomi ajandasının gel-gitlerle dolu olacağını göstermektedir.
Ekonomilerin birbirlerinin gelişme korelasyonunun bu kadar yüksek olduğu günümüzde ülkemiz penceresinden ekonomiye bakacak olursak; bankaların karlarının azalması ve kredi arzında daha seçici davranarak ekonomiye can simidi işlevini yerine getirememesi, dış borçların artması, enflasyonun ekonomiler için sorun oluşturmayacak %2’lere, işsizliğin de %5’lere düşürülememesi, petrol ve doğal gaz fiyatlarının düşük seyretmesine rağmen cari açığı makul sayılabilecek 10 milyar dolar gibi rakamlara düşürülememesi, AR-GE ve yüksek teknolojiye yapılan yatırımların hala çok düşük düzeylerde kalması gibi olumsuz gerçeklerin yanı sıra siyaset dilinin sertleşmesi, argolaşması, ülkenin varlık ve birliğinin devamlı dillerde pelesenk edilerek politika malzemesi olarak kullanılması da, sorunların çözümünü ağırlaştırmaktadır. Küresel etkilere karşı ülke olarak pozisyon almaya çalışmak yerine, master düzeyde 80 milyonu kapsayan bir iktisadi kalkınma programını uygulamaya koyacak, istihdam sağlayacak yatırımlara yönelecek, kayıt dışı ekonomiyi ve vergi kaçağını asgariye indirerek verginin tabana yayılmasını sağlayacak, tüm yaşam alanında evrensel hukuk normlarını hakim kılacak, popülist uygulamaları dışlayarak yapısal ekonomik sorunların üzerine gidecek politikaları hayata geçirmeliyiz.
Soru: Hisse senetlerinin fiyatlarının yükselmesi üretim düzeyini yükseltir mi? Neden?
Sözün Gözü: Helal olmayan hiç bir şeyin, hayrı da olmaz.