DÖKÜLDÜ KENTİN YALNIZLARI

Hakan Bahçeci

Bir tavrı bir edası olmalı yalnız kalmanın, anlamlı bir bahanesi, sağlam bir sebebi bulunmalı.  Öylesine, derinliksiz ve kimliksiz tek başına kalmalar, yalnızlık değildir. Yalnız kalmakta, “yalın” olmak esastır yalın bir kılıç yalın bir tabanca gibi, soğuk ama sahici, sessiz ama keskin… Kendi yalnızlığını bu iki cümlenin arasına koyup derin bir iç çekti.

Bu sabah şehrin en eski camilerinden birinde kıldı sabah namazını. Serin bir güne uyanıyordu sokaklar ve sessizce karşılıyordu minareler bulutları. İçine dolan hazzın ve ulvi havanın coşkunluğuyla çıktı avluya ve uzunca baktı semaya. Bu ihtişamlı yapıyı inşa eden ellerin hangi yalnızlıkla ve neyin yalnızlığıyla imtihan olduğunu merak etti.

Kendisini bulmanın yolu kendini kendi içinde aramaktan geçiyordu. Kendini arayan adam, yolculuğa yalnız çıkmalıdır ve yol iç dünyandır. Yolu yalnız yürüyecek olman tek başına yol almak değildir elbet. Zihnini meşgul eden bu cümlelerle yürüyüp geldi bir sokağın başına. Onu buraya getiren şeyin kendi iradesi olduğunu biliyor ama bu sokağın burada var olmasını sağlayan şeyin çok daha büyük bir güç olduğunu unutmuyordu. Yalnızlıkların hangisi kıymetlidir ve elzemdir?

Bir hükümdarın yalnızlığı bir çobanın yalnızlığına denk midir? Sarayında tahtında oturan koca padişah, emrindeki orduyla ülkeleri fethe çıkabilir, atının ayakları altında yer titrerken binlerce asker onun komutuyla gözünü kırpmadan ölüme yürüyebilir. Yıldızların altında üç beş koyunun peşinde karın tokluğuna çalışan çoban, nafakasının peşinde olabilir. İkisi de yalnız yaşayıp ikisi de yalnız konulacak kabre lakin bir hükümdarın yalnızlığı bir çobanın yalnızlığından çok daha büyüktür. Etrafı kalabalık olanın yalnızlığı da kalabalıktır.

Adımlarını sıklaştırıp tanımadığı sokaktan çıkmayı istedi. Onlarca kapının ardında onlarca hikâye olduğunu bile bile şehrin meydanına attı kendini. Birbirinden bağımsız ama birbirine bağlı hayatların bir noktasında bulunduğunu biliyor o noktadan yola çıkıyordu kalbine. Yalnız mıydı, tek başına mı? Tek başına olmak sanki içi boş bir cesaret gösterisi, beyhude bir saldırış yel değirmenlerine.

Şehir, uyanmaya başlamadan önce barındırdığı yalnızları göstermemek için alelacele çekti perdelerini. Bankta uyuyan adam doğrulup oturduğu andan itibaren siliniyor gecenin listesinden. Bizim kahramanımız her gece uyuduğu bankta yer bulamadığı için sabahlamıştı caminin bir köşesinde. Tek başına mıydı? Hayır… Babası memleketinde köy mezarlığında, kardeşleri, eşi ve iki çocuğu… Nasıl terk etmişlerdi neden bırakıp gitmişlerdi. Son baharında dertten hasta düşmüş annesiyle kalmıştı da çok dayanamadı annesi. Şimdi bu koca dünyada tek başına mı kalmıştı yoksa yalnız mı?

Yalnız kalmak için bile çokça eş dost gerek. Seni seven biri yoksa yalnız kalamazsın. Senin varlığınla uzakta da olsa sevinç duyamayan biri yoksa yalnız kalmanın imkânı yoktur. Sevmekle sevilmekle başlar yalnız kalmak. Yalnızlık, seveninden ayrı düşmektir biraz da o yüzden içinde özlem barındırır, hasreti vardır.

Bu koca şehir bu kadim şehir tüm yalnızlarını bağrında saklayıp besledikten sonra onları tek başına bırakmamalı. Odasına çekilen kudretli padişahın kapısında bekleyen askerle arasındaki yalnızlığı bu şehrin sokaklarına dağılan yalnızlar anlayabilir belki de.

Hiçbir yalnızlık başka yalnızlıktan özel değildir. O yalnızlığı yaşayan kişinin yüklediği anlamdır farkı yaratan.