Dünyanın tamamı yeni yıla, ekonomik ve siyasi açılardan oldukça hareketli ve gergin girdi. Her ne kadar bu ortam, bünyesinde olumsuz sonuçlar doğurma potansiyeli taşısa da, 2018 yılının geçtiğimiz yıla göre ekonomi açısından daha olumlu geçme olasılığı yüksek gözükmektedir. Tabi ki ülkemizin de içinde yer alacağı sıcak savaşın çıkmaması veya ABD tarafından patlamaya hazır barut deposu haline getirilen Orta Doğu bölgesinin bir çatışmanın içine çekilerek ortaya çıkan kaosun sonuçlarından, batılı ülkelerin leş kargaları gibi petrolün üzerine çöreklenmeye heveslenmemeleri koşuluyla. Her şeye rağmen bu varsayımlara göre, küresel ekonominin lokomotifi konumundaki gelişmekte olan ülkelerin yüksek kalkınma hızları başta olmak üzere, gelişmiş ülkelerin büyümelerindeki istikrar ve çarpan katsayılarının potansiyel etkisi, dünya ekonomi pastasının genişleyeceğini işaret etmektedir. Bu öngörüden bir sapma söz konusu olur, global ekonomi durgunluğa girer ve gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızları düşerse, böyle bir sonun tek sebebi ABD ve AB ülkelerinin petrol başta olmak üzere zengin emtia kaynaklarına sahip olma açgözlülükleridir. Hiç istenmese de olası bu olumsuz senaryo gerçekleşirse, bundan sadece Türkiye, Çin, Rusya, Brezilya, Hindistan, İran, Meksika, Malezya gibi gelişmekte olan ülkeler değil, gelişmiş ülkelerin kendileri de orta ve uzun vadede zararlı çıkacaklardır. Üretilen malların satılma olasılığı azalırsa başka bir deyişle, mal ve hizmetleri ithal edebilecek satın alma gücüne sahip ülkeler azınlıkta kalıp mallar satılmazsa, gelişmiş ülkelerin GSYH (GSMH) değerlerinin artması da mümkün olmayacaktır. Bundan dolayı kısa dönemde çıkarlar için, orta ve uzun dönemde gelirin azalması sonucu doğuracak hataya, batılı ülkeler düşmemeleridir. Değilse Dünya Bankası (WB), IMF, FED, ECB ve uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının servis ettiği, objektifliği konusunda ciddi soru işaretleri bulunan raporların çizdiği resme göre pastırma yazı misali geçici ve sanal gündemler peşinde koşulması, gelişmekte olan ülkelerin sorunlarını ötelemekten ve batılı ülkelerin tuzağına düşmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.
ABD, Almanya, İngiltere gibi dünyayı kendi tekellerine almaya çalışanların yazdığı senaryoya göre rollerini oynayan ülkelere çeşitli nedenler öne sürülerek müdahale ortamı meydana getirilmeye çalışılmamakta, üstelik cazip ve uzun vadeli krediler vererek borçlandırılmakta ve himayeleri altına alınmaktadır. Ancak Türkiye gibi kendi çıkarlarına sahip çıkmaya çalışan, vatandaşlarının geleceğini kurtarmak için kendi ayakları üzerinde doğrulmaya çalışan ülkelerin alması gereken yol, oldukça uzun ve sorunlarla döşelidir. Ülke olarak bu yolu kısaltmanın ve sorunların üstesinden gelmenin ilk şartı, amaç birliğini sağlamaktır. Bu başarıldıktan sonra diğer faktörlerin yerine getirilmesi çok daha kolay olacaktır. Yapılması gereken bu faktörleri, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç’un penceresinden sıralayalım. - Türkiye uluslararası rekabetçiliğini koruyabilmesi için birçok alanda büyük bir reform sürecine girmeli, - Türkiye sahip olduğu ekonomik ve siyasi kozların önemini artırmak için demokratik değerlerimizi, kurumlarımızı ve hatta teknoloji kapasitemizi Avrupa ile entegre etmeli, - Doğrudan sabit yabancı yatırımları çekebilmek için yatırımcıyı ve girişimciyi cezbeden, demokratik ve siyasi açıdan istikrarlı bir yatırım ortamı sağlanmalı, - Yüksek katma değer sağlayan üretim yapısına geçilmesinin yanında yeni dijital çağda rekabet gücünü artıracak bilim, teknoloji ve inovasyonu besleyecek iklim ortamı tesis edilmeli, - Kaliteli eğitim ve özgür düşünce ortamında kaynaklar yoğun olarak bilime aktarılmalı, - Yeni fikirler özgürce tartışılmalı ve yenilikçi bir dinamizm ortamının ancak demokrasi, çoğulculuk ve katılımcılık pekiştirilmeli, - Mikro ölçekte ileri teknoloji üretim yapan şirketler desteklenmeli.
Yukarıdaki öneriler ışığında toplum olarak gelişmeleri doğru anlayıp, uzun vadeli kazançlı sonuçlar ortaya çıkaracak milli politikalar uygulamaya konmalıdır. Değilse yanlış yollara gidilerek, ülkemiz ekonomisinin istikrarlı ve sürdürülebilir kalkınması sağlanamayacağı gibi, refah ve huzura da kavuşamaz.
Soru: Her iktisadi büyüme istihdamı artırır mı? Neden?
Sözün Gözü: Hasbi değil, hesabi olanlara yazıklar olsun.