Doğduk yaşamak yok size derlerdi beşikten
Dünyayı mezarlık bilerek indik eşikten
Birileri yanı başında lale devri yaşarken, Sadabat bahçelerinde köşklerinde eğlenirken, kimi petrol kralı kimi kaçakçı kralı olurken ve gaflet zillet ile hıyanet içinde uyurken şeyhlerin;
Ölüm müdür senin payın a düşen ey çocuk!
Çocuk hakları evrensel bildirisi! ülkesine uğramayan çocuğum, bilirim bir kabustur senin coğrafyanda çocuk olmak. Gözyaşıdır, kandır, kurşundur senin ikliminde çocuk kalmak.
En masum yanım, hüzün yumağım, suskunluğum, çaresizliğim...
Açlığın orucu ne ki? Sizinle birlikte tutuyorum acının orucunu… İftarı zulüm olan bir oruç bu… Ve mutlu sonla bitmeyen bayramsız...
Bir yanım iftar açarken biryanımda kopuyor vaveyla... Sonra sessiz çığlıklarım feryatlarınızla birlikte karışıyor geceye…
Şeb-i matem’deyiz yine ey ömrüm!
Bakma bana öyle suçlayan gözlerle; suçum neydi neden koptu ayağım?
Neden toprakta bedenim?
Neden yetim kaldım neden öksüzüm?
Babalarıyla birlikte gökyüzüne uçurtmalar uçuran çocuklar, gülen yüzler… Neden yanımda değil benim babam? Neden ağıtlar yakar hep anam?
Orta Doğu’nun, Orta Asya’nın kara gözlü kara bahtlı çocuğu!
Sana kıydılar değil mi? masumiyetine aldırmadan lime lime ettiler vücudunu hiç acımadan...
Kara topraklara ektiler parçalanmış bedenini hiç sormadan
Suçu kimliğinde gizli olan çocuğum!
Minicik bedeninde kocaman yürek taşıyan çocuğum…
Savaşı oyun bilen ağıtları türkü diye dinleyen hüzün çiçeğim!
Bak bugün gökyüzü bir başka mahzunluğun dokundu bulutlara… Kimilerine rahmet kimilerine gazap olan yağmur senin için yağıyor… Gök delindi adeta…
Hadi durma gözyaşlarını yağmura kat… Katre katre düşsün acıların toprağa. Sonra aç ellerini semaya savur göklere içinde biriktirdiğin ahları; ARŞI ALA titresin….
Ve sonra…
Taş olup yağsın zulmün bağrına...
Yoksa biteceği yok bu utanılacak günlerin…