Darwin’in evrim nazariyesi, artık Batı ülkelerinde dikkate alınmazken, biz de hala popülerliğini korumaya devam ediyor. Gerçekten bunun temelinde bilimsel kaygılar mı yoksa dine karşı duruşlar mı rol oynamaktadır? Maalesef, ikinci sorunun ağır bastığı söylenebilir. Darwin nazariyesi, adı üzerinde bir nazariye olup, bilim değildir. Çünkü bilim, verilerle hareket eder, doğrulayamadığını değil, yanlışlığını ortaya koyduğu şeyleri inkar eder. Biz de ise, bilimin doğrulayamadığı inançlar reddedilmektedir. Elbette canlıların yaratılışında bir tekâmül süreci vardır. Bu tekâmül, türler arası geçiş şeklinde değil, aynı türün biyolojik gelişim safhalarıyla ilgilidir. Her türün ilk orijininde olduğu gibi kendine ait bir yaratılış biçimi ve sûreti vardır. Allah her bir varlığı kendisine uygun bir hilkat ve özellikte yaratmış ve yol göstermiştir. Varlıklar, kendilerine özgü suretlerle birbirlerinden tefrik edilir.
Bugün, asıl, modern zamanlarda dünyayı etkileyen “nazari darwinizm”den ziyade “sosyal darwinizm”dir. XIX. Yüzyılın sonlarından itibaren Hegel (1770-1831) gibi filozofların geliştirdiği “sosyal darwinizm”in; sosyoloji, ekonomi, siyaset, ahlâk, zooloji vb. gibi alanlara uygulanmış olması daha tehlikeli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Çünkü Darwin’in ‘doğal seleksiyon’ yasası, insan düşüncesine ve davranışlarına uygulanmıştır.
Bilindiği gibi, “doğal seleksiyon” yasası, “varlıkta güçlü olan zayıf olanı yok eder” ilkesine dayanır. Bu bakış açısına göre, nasıl ki hayvanlar âleminde böyle bir yasa geçerliyse; insanlar aleminde de aynı yasa geçerlidir. Buradan hareketle, siyaset alanında A. Hitler’in, “etnik ayrımcılık temeline oturan üstün ırk projesi, K. Marx’ın tarihi, sınıf çatışmasına bağlama tezi buna dayanır. Hatta zihinleri sosyal Darwinizm’le ayarlanmış Batılı oryantalistler, geçen yüzyılda İslam âlemini sömürgeleştirme girişimlerini “doğu toplumlarını” adam etme girişimi olarak tanımlamışlardır.
Geçen asırda A. Hitler’in “seçkin ırk oluşturma” tezine dayalı olarak Nazi Almanya’sında alt ırk olarak nitelendirdiği Çingenelere ve Yahudilere yaptığı söylenilen soykırımın, sosyal darwinizm’in bir uygulaması olduğu unutulmamalıdır. Hatta birçok Batı ülkesinde toplum için yük kabul edilen binlerce özürlü ve yaşlı, sosyal darwinizm anlayışına göre toplumun sırtında bir kambur olarak görüldüğü için elenmesi gereken varlıklar olarak görülmüş ve ötenaziye izin verilmiştir. Maalesef, Batı yapımı safari gibi hayvanlar âlemiyle ilgili belgesellerde bile biz, sosyal darwinizm’in izlerini görüyoruz. Bu belgesellerde “güçlü hayvanlar, doğal seleksiyon yasasına bağlı olarak zayıf olanları yok ediyor” şeklinde sunuluyor. Buradan, her zaman “haklı olan güçlüdür” değil de “güçlü olan haklıdır” zihniyeti, kitlelere empoze edilmeye çalışılıyor. Eğer Allah’ın yasasında böyle bir durum olsaydı, küçük ve zayıf hayvanların çoktan neslinin kesilmesi ve tükenmesi gerekirdi. Böyle bir durum söz konusu değildir.
Netice olarak, her ne kadar insanın kökeni hakkında evrim nazariyesi bilimsel olarak geçerliliğini kaybetmişse de ne yazık ki, günümüzde, ‘doğal seleksiyon’ tezinin sosyal davranışlara uygulanması hâlâ varlığını korumaktadır. Yeni bir insan tanımına ve bakış açısı geliştirmeye ihtiyacımız vardır. Temeli şefkat, merhamet, vefa ve insana saygıya dayalı bir insanlık ülküsüyle ancak, insanın itibarı ve onuru korunabilir. O halde, mutlaka, insanı, yine insana karşı koruyucu bir dünya görüşü oluşturulmalıdır. Bunu yapacak olan da biz Müslümanlarız.