Akşehir buluşmasında değerli kardeşim Lütfi Doğan biri Maturidi’nin Düşünce Dünyası diğeri Doğadaki Son Çocuk isimli iki kitap hediye etmişti.
İlkinden sonra sıra bekleyen kitaplar olmasına rağmen Lütfi Doğan’ın,(kimya mühendisi olmasıyla alakalı mıdır bilinmez ama tam bir doğa aşığı.) sıradan bir kitap seçmeyeceğini bildiğim için ikinciye başladım. Çok öğretici, yenileyici, ufuk açıcı, sorgulayıcı, sarsıcı, zenginleştiriciydi.
Bir yüksekokul okutmanı olan Elaine Brooks, yerden eline aldığı bir yaprak parçası üzerinden ‘’ bu yerli acıbakla; bir azot tutucudur. Köklerinde kendine yabancı, işgalci bakterileri barındırır. Bu bakteriler havadan ve topraktan azot toplar ve bunu bitkilerin ihtiyaç duyduğu değiştirilmiş azota çevirir. Ortak yaşam süren mantar ve alglerin(su yosunu) oluşturduğu bileşik organizmalar olan bazı likenler(canlı bitki topluluğu) de komşularına azot sağlar’’ bilgisini verince yeni bir insanla tanışıyorum hissine kapıldım.
Acıbakla ve mantarların, komşularına hayatın zekatını/sadakasını vermelerinden öyle etkilendim ki; elimde ve karşımdaymış gibi sevgiyle okşayıp konuştum onlarla. Zenginlere selamları vardı.
Fabl yazma merakım yoktur ama acıbaklayla sosyal zeka üzerinden ders verici sansasyonel karşılaşma, insanın dilini çözmeye yetiyor. Öyle ya!.. eğitim sistemimizin, (aile dahil) zorlama ve edilgen modeller üzerine kurulu olduğunun ötesinde, doğada buna benzeyen ‘’özgür araştırma sonuçlarından mutluluk çıkarma fırsatı’’ adına kılavuzluğu var mıdır?
Pratiğimizle doğayı hastalandırdığımızı, dolayısıyla retorik üzerinden bir doğa sevgisinin oluşmayacağını da, bilimsel verilerle acı bir şekilde öğrenmiş olduk.
Doğayla aracısız birlikteliğin, fizik ve duygu sağlığı açısından bu kadar önemli olduğuna; örneğin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunu (DEHB) azaltabileceğine; bu kaygı çağında doğadan kopuştan daha sancılı hiçbir ayrılık olmayacağına’’ tanıklık eden ilmi tespitler olmasaydı, şimdiki ve gelecekte ki yavrularımız adına bu kadar hayıflanmayacaktım.
Kısır ama duyularla beslenen sanal dünyada yetişen çocuk ve gençlerin, huzursuz fakat her şeyi bilen bir zihin yapısıyla sevgiyi, nasıl öğreneceğini kimse sorgulamıyor. Hele de Google’da bulunmayan hiçbir şeyin değeri yoksa zihninde?.. “Küçücük bir dağda yapacağımız keşiflere belki bir ömür yetmeyecek” diyen Bill Mc Kibben’in çağrısını, zekayı TV, cep telefonu ve bilgisayarla yapılandırmış günümüz çocuk ve gençlerine kimin ve nasıl ileteceğinin cevabı da yok.
Elektronik teknolojisiyle kuşatılmış olduğumuz halde bile aslında, doğayı özlediğimizin farkında değiliz. Hatta sentetik bir doğaya dahi razı olacağımız atmosferi yaşıyoruz ama çözüm üretmiyoruz. Howard Gardner’ın, sekizinci zeka diye adlandırdığı doğa zekasının ne anlama geldiğini ve pratiğini gösterip işleyebilecek eğitim kurumlarımız yok.
Belli ki, doğayı sevmeyen insanın, insan sevgisi de sahtedir.
Dağ yolunda yürürken, yol kenarında ki çiçeği koparan müridini “ömrünün baharında onu, Allah’ı zikirden koparıp öldürdün’’ diye paylayan ermiş vicdanı, Özgecan gibi Ceren gibi bahar çiçeklerini koparabilir miydi? Çözülmez zannettiğimiz düğümleri de bir çözen vardır. Selamlar.