Diyarımda Bir Eksik

Sabit Talha Şahin

Bir mürekkep lekesi, kabanından çıkmayan bir mürekkep lekesi ve defne yaprağı şeklindeki broşun. Onlar sayesinde biliyorum seni, yanında beni hiç mi hiç andırmayan o şahsiyetten değil, senden biliyorum. Merakla doluyor her bir zerrem, sormak istiyorum:

"Kim o?"

Beklemediğin vakitte çalan kapının ardından seslenir gibi, davetsiz bir misafiri karşılar gibi adeta, kim o? Bir elinden tutup götürmek istiyorum seni uzaklara, geçmişe tezatla bu sefer benden uzaklara değil de, tüm dünyadan kaçalım istiyorum. Sen ol yeter diyor yüreğim, yarıda kesiyor yıllardır onu susturmaya çalışan bulanık bilincim. Madem inanmıyor sana, seninle olan bir geleceğe, neden sensin anılarımın en berrak parçası; neden varsın hala her sabah okuduğum gazetenin manşetlerinde, günü gününe değişen takvim yapraklarının her bir sayfasında?

Adımlıyorsun, hafif aceleci tavırlarla yanındakinin kolunu çekiştiriyorsun. Sahi, niye? Düşünüyorum seni, beni görmenden çekiniyorum. Yanına gelebilmeyi o kadar çok istiyorum ki, "Benim, bekledim." diyebilmeyi. Ne arzular ne duygular yanar karşısında bu isteğimin, biliyorum, her halükarda yalnız seninle bir geleceği istiyorum.

Aramıza bir kalabalık giriyor, insan fışkıran kalabalığın en ücra koşelerinde gözlerim seni arıyor. Onca zamandır sakladığım defterlerde aradığım yazıların, küçük notların, rastgele bulduğum bir yıllıkta karşıma çıkan fotoğrafın ve gözyaşlarım aklıma geliyor. Son bir şans sana gelmem için biliyorum, kimseye aldırmadan koşuyorum. Yaklaştıkça kalbim heyecanla çarpıyor, hızıma hız katıyorum adeta. Son adımı da atıp tam arkanda bitivermiş olmamla yüzleşemiyorum, "ne yapacağım?" diyorum kendime, ne yapacağım ben? Konuşmalarına kulak kabartıyorum:

-Terziye yetişeceğiz daha, acele edelim!

-Sakin ol biraz, halledeceğiz.

Dayanamayıp Bölüyorum:

"Pardon, rahatsız ediyorum."

İkisi de bana döndü, boşluğa düştüm bir anlığına. Gözleri fal taşı gibi açıldı anında. Ne saçıma düşen aklar, ne solan çehrem engeldi hatırlamasına. Bendim. Bildi.

İlk birkaç dakika dili tutuldu ancak bu yanındakinin sözlerine engel değildi:

"Buyrun." diye bir yanıt iletti bana. Ona hitap etmek istemiyordum oysa, ararken ömrümün yarısını feda ettiğim o değildi. Çok sürmedi, araya girdi bakışlarımı hissetikçe üzerinde.

Yanındaki - her kimse - yavaşça birkaç adım geriye giderken gözlerini üzerimden hiç çekmedi. Sesim titremeden konuşmayı çok istedim, sorumu ilettim:

"Evlendin mi?"

Onu alaya alıyor ve bundan zevk alıyormuşumcasına baktı bana, gözlerini kısıp.

"Çocuklarım, ikisi de evleniyor iki ay arayla." Yutkunamadım uzun süre, gözlerim doldu, şuurumu yitirmenin eşiğine geldim; beni bunun yıkmasına izin vermedim.

"Ben seni bekledim." dedim, gözlerimi daha birkaç dakika önce görmek için her şeyden vazgeçebileceğim güzel yüzünden kaldırım taşlarına çevirirken. Başım bir suçlu edasıyla eğildi. Elini uzatacak gibi oldu, sonra geri çekti parmaklarını. Dokunmaktan çekindi bana.

"Özür dilerim, çok özür dilerim. Gel istedim, her gün yolunu gözledim. Çok geç geldin, öyle geç ki susturuldu sesim, bastırıldı sevgim. Zaman aldı beni senden, dönemedim geri. Sen ol diledim hep lakin yoktun."

Ben dilemeliydim o özürü, geç gelmiştim, yetişememiştim o kayıp giderken ellerimden. Ah yüreğim, hangi ateşler aldı seni de yanıyorsun böyle acı acı!

Bende onun sevdası söylenmeyen sözlerde, yollanmamış mektuplarda, yazılması günah satırlarda saklıydı. Bundandır İkimiz de tek kelime etmedik, sustukça daha çok anladık birbirimizi.

Zaman aktı, aktı, aktı. Veda vakti gelmişti artık. Sözü yine o aldı:

"Reyhan broşu," dedi. Sesi hüzünle doluyordu, onu uzaklaştırana dek bekledi ve devam etti, "senin hediyendi."

Yavaşça broşu çıkardı üzerinden, avucumu açtı ve yerleştirdi içine, nazikçe kapattı devamında. "Yeniden kavuşana dek takacağıma söz vermiştim." Anladım, ne demek istediğini anladım. Her bir hücrem farkındalığın acısıyla ezilirken onun anladıklarımı tekrar dile getirmemesi için çığlıklar atmak istiyor, sesini bastıracak gücü edinmem gerektiğini düşünüyordum. "Kavuşmak haram bize, şu sözleri etmek dahi, hatırlamak birbirimizi. Hüzün dolu her yanım lakin veda vakti artık. Reyhan senin bu vakitten sonra, ne sen bekle beni ne de ben. Bir anı olarak kalalım birbirimizde, mürekkep lekesini bırakayım kabanımda, sense sakla reyhanı. Olur da bir gün kaybederiz onları, özlem değil hüzün duyalım gidenin ardından. Elveda diyelim birbirimize, geri gel değil."

Çekip gitti, elveda demek zorunda kalmadığıma sevinmeliydim belki de. Yalnız bir anıydım artık onda, geçmişte kalan, tesiri bitmiş bir anı.

Nasıl olacaktı da hiçbir şey olmamış gibi geri dönecektim hayatıma, ondan önceki hayatım hatrımda mı soran olmayacak mıydı? Hem hangi anı sürükler insanı yıllar boyu bitmek bilmeyen bir arayışa, hasreti ve kederi en doruklarda yaşamaya? Onun için bir anı olarak kalabilirdim ben, önemli değildi. Lakin o, benim için anı kalamayacak kadar özeldi, her duygumun tezahürüydü adeta. Onu onun için sevmeme izin vermeyecekse kendim için sevecektim artık.

Zamanların yanlışlığına aldanıp yitirdik birbirimizi, goncalar kaldı bahçemizde; gönlümüz hep ümitli gecelerde.