Küreselleşmenin geldiği noktada iç politika-dış politika ayrımı çok kalmadı tabi bunun bir yansıması olarak görebiliriz Diyarbakır’daki bu buluşmayı. Bu buluşma, sadece Türkiye-Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi ilişkilerini değil; Suriye, Irak gibi devletlerle olan ilişkileri ve Kürt Sorunu’nu da derinden etkileyen bir politikaydı. Zaten ziyaretlere gelen tebrik ve tepkilerden de bunu çıkarmak mümkün. Irak Devleti’nin bu adıma yönelik bir tepkisinin olmamasını Dışişleri Bakanımız Sn. Ahmet Davutoğlu’nun yeni bir hamleyle yeniden düzene sokmaya çalıştığı Türkiye-Irak ilişkilerindeki son adımlara bağlayabiliriz.
Türkiye-Irak İlişkileri Açısından:
Merkezi Maliki hükümetiyle yaşanan sorunların bir boyutu da Türkiye’nin Kuzey Irak’la olan ilişkileriydi. Türkiye ile K. Irak Kürdistan Özerk Bölgesi’nin özellikle petrol ticaretinde birlikte hareket etmesi Maliki Hükümeti’ni rahatsız ediyordu. Öyle ki yıllardır Barzani yönetiminin ısrarla üzerinde durduğu Türkiye’ye doğru akacak ikinci bir petrol boru hattına izin vermiyordu Maliki. Bu yeni adımlarla bu tür konuların aşılabileceğini düşünüyorum. Ancak Türkiye açısından Irak Devletiyle ilişkilerin çok iyi olmasını beklemek bence hayalcilik olur. Çünkü İran, Irak daha doğrusu Maliki üzerinde son derece etkili bir ülke. Öncelikli olarak Türkiye-İran ilişkilerinin durumuna göre bu durum değişiklik gösterecektir.
Türkiye İran İlişkileri Açısından:
Suriye’deki eli kanlı Esed rejimi yıkılıp yeni bir statüko oluşmadan iki ülke politikaları arasında tam anlamıyla bir uyuşma olmayacaktır. İlişkiler İran’da Hasan Ruhani’nin Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte Ahmedinejad yönetimiyle olduğu kadar düşük seviyede olmayacak ve yumuşayacaktır. Fakat Suriye-ABD-İsrail-İran denklemindeki kompleks ilişkileri çözümlemeden bu noktada bir analiz yaparsak havada kalan bir analiz olur ve bu yazı için uygun olmaz. Şunu söyleyebilirim ki: Eskisinden daha iyi ama çok iyi olmayan bir ara dönem bizleri bekliyor.
Suriye ve/veya PYD Açısından:
Başbakan Erdoğan’ın Barzani’yi Diyarbakır’a davet ederek tüm bölgeye bir mesaj verdi. Bu mesajın ilk adreslerinden biri de Suriye’nin Kuzey’indeki PYD yapılanmasıydı. Türkiye PYD’nin bu oluşumuna destek vermiyor ve hatta karşı çıkıyor. Ancak ABD’nin Irak’a karşı müdahalede bulunduğu ilk dönemlerde Irak’ın kuzeyindeki yapılanmalara da karşıydı. Bana göre diyor ki Türkiye PYD’ye; sen de KDP’nin yolunu izle, bunun yanında halkın taleplerine kulak ver, Esed’in değil halkın yanında yer al, PKK ile organik bir bağ kurma işte o zaman KDP’ye karşı politikamızı değiştirdiğimiz gibi sizinle olan politikamızı değiştirebiliriz. Ben böyle okuyorum açıkçası. Bu politikalar yapılan diplomatik müzakereler neticesinde değişebiliyor. Dış politika biraz da böyle bir şey yeter ki evrensel vicdana aykırı olmasın müzakere konuları.
Süreç ne gösterir, PYD mesajı alabilir mi bilemeyiz. Bence bu noktada bölge halkının da tavrı önemli olacak. Bugünkü Barzani yönetimini meşru kılan halkın da Barzani yönetimini meşru bulmasıydı. Ama Kuzey Suriye’de şimdilik böyle bir durum söz konusu değil. Halk PYD’yi kabullenmiş değil tam anlamıyla, bölgeden sıkça eleştiriler geliyor. Türkiye’nin en büyük itirazı da burada zaten. Ve tabi çok önemli farklardan biri de KDP’nin PKK’ya olan tavrı. PYD, PKK ile daha yakın ilişkiler içerisinde. Bu sebepler farklılaşan bir politika ortaya çıkartıyor Türkiye açısından.
Kürt Sorunu Açısından:
Kürt Sorunu noktasına gelirsek asıl olan Barzani’nin gelmesi değil Şiwan Perwer’in yıllar sonra Türkiye’ye gelebilmesi ve İbrahim Tatlıses ile sahneye çıkmasıydı bana sorarsanız. Perwer’in Türkiye’ye gelmesi, bir devrin kapandığını ve Kürt Sorunu’nda inanılmaz yolların alındığını tüm bölgeye ve dünyaya göstermiş oldu. Bu açıdan oldukça önemliydi. Gerek Tatlıses gerekse Perwer ‘barış’ temalı konuşmalar yaparak duraksayan çözüm sürecinin devamı noktasında PKK’yı sıkıştırdılar. Aslına bakarsanız Hükümeti de sıkıştıran bir durumdu bu. Gelecek için çözüm sürecinin buluşmanın bir gün öncesinden daha iyi olacağını söylemek mümkün. Ama bu zoraki bir süreç olmamalı.
Siyasi Bir Adım Olarak:
Türkiye iç siyaseti açısından bakacak olursak; BDP’de travmatik bir şok oluşturduğunu söyleyebilirim. Ne tepki vereceklerini bilemediler. Bu noktada Erdoğan ve partisi BDP’ye karşı müthiş bir politik zafer kazandı. BDP başlangıçta eleştirdi ki bu başlı başına bir hezeyandı. Sonra Ahmet Türk, Leyla Zana, Osman Baydemir gibi isimleriyle etkinliğe destek olma yoluna gittiler. BDP’de tam anlamıyla bir abandone olma durumu söz konusuydu. Nakavt edici bir adımdı gerçekten. Bu ve benzeri argümanlar seçimler döneminde Erdoğan’ın elini güçlendirecektir. Bakalım sonuçları nasıl olacak, bekleyip göreceğiz. Bu adımların sonuçları Türkiye kadar komşularla da alakalı. Dış politika tek taraflı bir süreç değildir hiçbir zaman.
Dersane meselesine hiç girmek istemiyorum fakat sosyal medyada kullanılan dilin hoş olmadığını, gerek F. Gülen Hocaefendi’ye gerekse Başbakan Erdoğan’a karşı fazla haksızlık yapmadan eleştirilerin dillendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tartışmaların üslup sorunu var.