2012 yılına girilirken hazırlanan tüm rapor ve analizlerde tahmin şuydu: “2012 Türk Dış Politikası açısından çok zor bir yıl olacak.” Gerçekten de zor bir yıl oldu. Türk Dış Politikası’nın karar alıcıları açısından verecekleri kararlar tarihi bir önem taşıyacaktı, yani bir bakıma “olmak ya da olmamak” yılıydı. 2012 geride kalsa da Türk Dış Politikasının bu zor sınavı 2013’e taşındı. Bölgesel bir aktör ve hatta lider olma parolasıyla yoluna devam eden Türkiye için 2013’ün de zor bir yıl olacağını şimdiden söyleyebilirim. Bu değerlendirme yazısında 2012 yılında; Türkiye’yi, bölgeyi ve dünyayı ilgilendiren birkaç önemli konuyu değerlendirip verilen kararları analiz etmeye çalışacağım. Bölge ülkelerindeki gelişmeler ve bu gelişmelere Türkiye’nin verdiği tepkiler üzerinden gidecek olursak:
Suriye: Suriye’de devlet yönetimiyle birlikte zulmü de babadan devralan Beşşar Esed, halkın bir nevi “yeter söz milletindir” kabilinden bir çığlıkla uyanış hareketine başlamasıyla birlikte babadan kalma yöntemleri devreye soktu. Bu yöntemler kan ve zulüm getiren yöntemlerdi. Bu sebeple 150.000’e yakın Suriyeli Türkiye topraklarına sığındı. Türkiye Esed’in ve rejiminin politikalarına karşı çok sert bir dil kullandı ve kayıtsız şartsız halkın yanında yer aldı. Bu tutum kimileri anlamasa da gerçek anlamda komşumuz olan ve bu isyanında haklı olan halkla ‘sıfır sorun’ politikasına da aynı zamanda hizmet etmekteydi. Türkiye’nin bu tutumuna karşılık Esed bir Türk jetini düşürdü veya olay tam aydınlatılamasa da bu olay Esed’e atfedildi. Sonrasında Esed güçleri Türkiye topraklarına ateş açtı ve bunun gibi birçok tahrik edici eyleme imza attı. Fakat Türkiye Suriye’deki rejimin tahrikine kapılmayarak herhangi bir fiziki müdahalede bulunmadı. Bunun yanı sıra Esed ve BAAS rejiminin desteklediği PKK, Türkiye’de şımarık eylemlerine devam etti. 2012 yılında PKK’nın bir taşeron olduğu gerçeği bu sayede gözler önüne serildi. Uluslararası kamuoyunda Çin gibi, İran gibi, Rusya gibi destekçisi olan birkaç ülkenin de desteğinin azalmaya başlamasıyla sona yaklaşan Esed’e güvenmeyen Türkiye NATO’dan Patriot füzesi talebinde bulundu. Bir savunma mekanizması olan ve karşı bir saldırı olmadıkça harekete geçmeyen bu mekanizmanın Türkiye’ye kurulması diğer üye ülkelerce olumlu karşılandı. Bu olay Türkiye kamuoyunda ciddi şekilde tartışıldı. 2012’nin sonuna doğru Rusya Devlet Başkanı V. Putin’in Türkiye ziyaretiyle birlikte gündeme gelen “Esed Venezüella’ya sığınsın ve görevi bıraksın” projesi Venezüella tarafından doğrulandı. Esed Venezüella’dan böyle bir talepte bulunmuştu. 2013 yılı ortalarına kadar Esed rejiminin bu şekilde veya başka bir şekilde sona ereceği kanaatindeyim. 2013 yılında da bir süre daha Esed sorunu Türk Dış Politikasının yakasını bırakmayacaktır ancak yılın ikinci yarısında böyle bir sorun olmayabilir.
Irak: 2012 yılı boyunca Irak hükümetiyle Türkiye arasında -daha doğru bir ifadeyle söyleyecek olursak- Maliki ile Türkiye arasında sert diyaloglar yaşandı. İran yanlısı olduğu artık açıkça ortaya çıkan Maliki, Esed’e karşı olan net tutumundan dolayı -İran’ın teşvikiyle veya ondan bağımsız bir şekilde- Türkiye’yi “düşman ülke gibi davranmak”la suçladı. Öte yandan ipin ucunu kaçırdığını düşündüğüm Maliki’nin kontrolündeki mahkemelerin idama mahkûm ettiği Sünni Cumhurbaşkanı yardımcısı Haşimi Türkiye’den siyasi sığınma talebinde bulundu. Haşimi İnterpol’ce aranan birisiydi, Türkiye buna rağmen Haşimi’ye kucak açtı ve “O’nu Maliki yönetimindeki Irak’a teslim etmeyeceği”ni söyledi. Türkiye’de iktidarda bulunan Ak Parti, Haşimi’ye verdiği değeri yine Barzani’nin de katıldığı Ak Parti Kongresine davet edip konuşma yaptırarak gösterdi. Her ne kadar Maliki yönetimi Türkiye’ye karşı kullandığı dili değiştirip diyalog kurmanın yollarını aramaya başlasa da Irak-Türkiye ilişkilerinin 2013 yılında düzelmesinin zor olduğunu düşünüyorum. Irak’ta Şii Lider Mukteda Es Sadr’ın dahi desteğini çektiği Maliki’ye -Sünniler, Kürtler ve Türkmenler’in de destek vermediğini düşünürsek- İran’ın desteğinin Maliki için ne kadar yeterli olacağını 2013’te hep birlikte göreceğiz.
Maliki sorunundan bağımsız olarak Irak devletinin varlık ve birlik sorununun giderek daha da artacağı öngörüsünde bulunabiliriz. Maliki ile Barzani arasında yaşanan sorunun 2012 sonlarına doğru neredeyse savaş durumuna kadar geldiğini dikkate alırsak Irak için daha zor günlerin kapıda olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum tabi ki Türk Dış Politikası için 2013’te çok ciddi bir sınav olacak.
İran: 2010 yılında geçici üye sıfatıyla bulunduğu BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a karşı uygulanmak istenen ve ABD’nin desteklediği ambargoya karşı oy kullanan ve bu sebeple gerek yurtiçinde gerekse yurt dışında “ekseninin kaydığı” yönünde eleştirilere maruz kalan Türkiye ile İran arasında 2012 yılı bu eleştirileri haksız çıkarırcasına gergin geçti. Suriye konusunda tartışmasız bir şekilde zıt kutuplarda yer alan bu iki ülke 2012 yılını hatırlamak dahi istemeyeceklerdir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki bölgesel bir güç olmak isteyen Türkiye’nin bu manada en büyük rakibi İran’dır. Yine aynı şekilde İran için de bu manada en büyük rakip Türkiye’dir. İki ülke arasında yaşanan bu sorunları doğal karşılayabiliriz. Bu sorunlar yıllardır bu seviyede devam edegelmektedir. Kasr-ı Şirin’den bu yana korunan sınırlar bugün bu küçük gerilimlerle ihlal edilmez. 2012 boyunca gündemde tutulan İran’a yönelik İsrail ve ABD destekli operasyonlar 2013’te gerçek olursa yine bu operasyonlara en büyük karşı çıkışın Türkiye tarafından geleceğini söyleyebilirim. İran’ın sorununun tamamen Ahmedinejad’la alakalı olduğunu düşünüyorum. Seçimlerde gündeme gelen hileler ve İsyanlar eğer gerçek dışı değilse domino etkisi Suriye ve Irak sonrasında İran’a da yansıyabilir ancak 2013 için biraz erken diyebilirim.
İsrail: İsrail, Kasım 2012’de Gazze Şeridi’ne saldırmasıyla birlikte Türkiye ile zaten hiç de iyi olmayan ilişkilerini bir kere daha bozmuş oldu. Türkiye buna karşılık Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin yardımlarıyla sağlanan ateşkesten sonra Filistin’in BM nezdinde -gözlemci sıfatıyla da olsa- tanınan bir ülke olması için çok çaba harcadı ve bu çabasında muvaffak oldu. Bu Türk Dış Politikası ve o gün BM Genel Kurulu’nda konuşan Dışişleri Bakanı ve Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu açısından tarihi bir başarıydı.
“One Münit” ve Mavi Marmara olaylarında artık düzelmesi imkânsız bir yola giren Türk-İsrail ilişkileri için 2013 yılı fırsat olabilir. (Ama tabi mevzubahis olan İsrail olduğu için pozitif şeyler beklemek hayalcilikten başka bir şey olmuyor.) 2013’ün başlarında yapılacak olan seçimlerde Netanyahu’nun kaybetmesi ve yerine; daha ılımlı, insan haklarına, uluslararası hukuka, diplomasiye riayet eden bir hükümet gelirse bu sorunların bir nebze de olsa düzeleceğine inanıyorum. 2012 sonunda yapılan ABD başkanlık seçimlerinde Obama’yı değil de rakibi Romney’i destekleyen İsrail ve Netanyahu’ya Obama’nın bir misilleme yapmasını bekleyebiliriz.
Diğer Ülkeler: 2012’de ABD ve Rusya’da Devlet Başkanlığı seçimleri yapıldı. ABD’de Obama, Rusya’da ise Putin seçildi. ABD’nin Dışişleri Bakanı John Kerry, Rusya’nınki ise S. Lavrov olarak 2013 gireceğiz. Gerek ABD gerekse Rusya Dış Politikalarıyla Türk Dış Politikası arasında 2012 yılında ciddi sorunlar yaşanmadı. Ancak İran’la olduğu gibi Rusya ile de Suriye ve Esed konusunda fikir ayrılıkları oldu. Rusya yılın sonuna doğru koşullu tasfiyeye razı olsa da geç verdiği bu karar ile Esed zulmüne ciddi oranda destek sağlamış oldu. Bu Rus Dışişleri açısından ciddi bir ayıp olarak tarihe geçecektir. Yine Suriye meselesinde bir başka kaybeden de ABD ve Obama oldu. Libya konusunda ülkenin zenginlikleri ve konjonktür dolayısıyla derhal “göreve” koşan ABD, Suriye meselesinde “ne duymuş, ne görmüş” gibi davrandı. Esed zulmüne bu manada gözlerini kapayan ABD’nin de engelleyici bir politika geliştirmediğinden dolayı ölen her Suriyeli çocuk için sorumlu olduğunu söyleyebilirim. Avrupa Birliği ile Türkiye 2012 yılını Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin tüm Kıbrıs’ı temsilen AB Dönem Başkanı olması hasebiyle birbirinden uzak geçirdi. Yeni yılda AB Dönem Başkanlığı İrlanda’ya geçecek. İlişkiler yeniden rayına girecektir fakat Ak Parti Hükümeti’nin AB konusunda bir özeleştiriye gitmesi gerekiyor. AB’ye üyelik sürecinin, özellikle demokratikleşme ve uyum yasalarıyla birlikte yaşanır bir ülke olmak noktasında Türkiye’ye ciddi faydalar sağladığını ve sağlayacağını düşünüyorum.
Genel Değerlendirme: 2012 yılı Türk Dış Politikası açısından tercihleri ve durduğu yer itibariyle özellikle Arap Uyanışındaki tavrıyla övünülesi bir yıl olmuştur. Uluslararası İlişkilere ‘çıkar’ penceresinden bakarsak ve gelecekteki yansımalarını görmezden gelirsek bu tablonun tam tersiyle karşılaşabiliriz. Mesela Suriye’de çocuklar ölürken, tepelerine misket bombaları yağarken, İsrail Gazze’yi bombalarken, Arakan’da tüm insanlık dışı gelişmeler gözümüzün önünde yaşanırken sessiz kalıp “yurtta sulh, cihanda sulh” deseydi Türk dış politika yapıcıları bu yaşadığımız sıkıntılar belki yaşanmazdı. Ama İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden biri olmak gibi tarihi ayıplardan çok daha büyüklerine yol açmış olurdu. Arap Uyanışı sonrasında iktidara gelecek olan halkın gözünde sessiz kalan ve olaya çıkar penceresinden bakan bir Türkiye’nin imajı nasıl olurdu bir düşünelim. Bir de yapılana bakalım. Tüm bu zulümlere karşı idealist bir şekilde evrensel doğrulardan sapmadan tepkisini koyan Türkiye, Mısır’da gerçekleşen Muhammed Mursi örneğinde olduğu gibi gerçek anlamda ‘komşularla sıfır sorun’u sağlayacaktır. Bu hem halkının inancına hem de proaktif dış politikaya uygun olması nedeniyle en doğrusuydu ve bu yapıldı. Bu anlamda özellikle Arap Uyanışı meselesinde Türkiye’nin başarılı bir sınav verdiğini söyleyebiliriz.