Soğuk Savaş sonrası dönemde anlam ve önemini yitirdiği söylenen Türkiye bugünlerde baş döndürücü bir diplomasi trafiğine sahne oluyor. Rus işgali nedeniyle dünyanın dikkat kesildiği Ukrayna meselesi başta olmak üzere çeşitli sorunlara ilişkin uluslararası heyetlerin biri gelip, diğeri gidiyor.
Bu kendiliğinden olan bir hadise değil tabiiki. Türkiye’nin son yıllarda atmış olduğu adımlar, kurmuş olduğu ittifaklar bunun önünü açıyor. Hem doğu hem de batıyla sürekli temas içinde. Kendisini dar bir kulvara sıkıştırmıyor.
Birileri hazzetmese de ülkenin dünya siyasetinde merkezi bir konuma oturduğunu görmemek için kötü niyetli olmak gerekiyor. Ne tehditlerle iktidarı değiştirmek istediğini saklayan ABD, ne almamak için elinden geleni ardına bırakmayan AB ne de Suriye, Libya gibi çatışma alanlarında karşımıza çıkan Rusya bizden vazgeçebiliyor.
İç muhalefetin durumdan memnun olduğunu gösteren bir beyanat, destek veya onayını görmedim. Uzunca süredir dış kuvvetlerin tazyiki ile iktidarı değiştirme yolunu tercih ettiklerini gösteren dünya kadar gösterge mevcut.
İçeride enerji fiyatları, temel tüketim maddesi tedariki ve fiyat istikrarsızlıkları üzerinden acaba iktidardan bir kaçış olur da biz onları yakalayabilir miyiz düşüncesindeler.
28 Şubat günü açıkladıkları ortak hareket çerçevesinin yeterli desteği aldığını söylemek çok zor. Evet, enerji ve temel tüketim maddesi fiyatlarında ve tedarikinde sorunlar var. Döviz kurları yükselişte, ama bu konjonktürde yapacak başkaca bir işlem de bulunmuyor.
Muhalefet, iktidara geldiğinde ne yapacağını, sorunları nasıl çözeceğini net biçimde ortaya koyabilmiş değil. Böyle olunca seçmenin kafası karışıyor ama bir süre sonra tekrar iktidara bakıyor, acaba bir hareketlilik var mı, çözüm önerileri getirildi mi, diye.
Bugün, 14 Mart Tıp Bayramı vesilesiyle bazı hekimler iş bırakma eylemi yapıyorlar. Pandemi dönemde ihmal edildiklerini, ekonomik ve sosyal haklarının yeterli seviyede olmadığını söylüyorlar. Belki haklı olabilirler. Sözüm yok.
Ancak, ben olsam öncelikle Türk Tabipler Birliği’ne karşı çok güçlü bir tepki ortaya koyar, LGBT, PKK, Fetö vs. ne kadar gayri milli, gayri ahlaki unsura desteğini tel’in ederdim.
Sonuçta, doktorlar adına konuştuğunu söyleyen bir organizasyona verilecek tepki herkesin içini rahatlatır. Taraflarını belli etmiş olurlar.
Asıl konumuz olan uluslararası boyutu ulusaldan ayırmak mümkün değil. Tanzimat’tan beri dışarının etkisi çoğu zaman içerinin tesirinden hep fazla olmuş.
Ülkemizin ev sahipliği yaptığı diplomasideki fırtınanın ülke içine olumlu yansımalarının olacağı açık. Bugün Ak Parti yönetiminden ve Cumhurbaşkanından memnun olmadığını söyleyenlerin de fazla bir alternatifleri görünmüyor. Onların bile vazgeçemedikleri bir liderlikten bahsediyoruz.
BM başta olmak üzere tüm uluslararası ve ulus üstü örgütlerin ilgi odağı haline gelen Türkiye’nin önü açık. NATO Genel Sekreteri ya da ABD Başkanı Türkiye’yi çatışma(lar)da taraf olmaya zorlasa da bunun mümkün olmadığını herkes biliyor.
Türkiye hem NATO üyesi hem de uluslararası bir çatışmada tarafsız kalmayı başarıyor.
Bölgenin en gelişmiş ve istikrarlı ülkesi olmanın verdiği ayrıcalıklardan sonuna kadar yararlanabiliyor. Daha da önemlisi küresel sistemdeki çatışmalar konusunda görüşü merak edilen bir ülke haline geldi.
Ukrayna’nın işgalini onaylamak mümkün değil. Ancak, önümüzdeki günlerin ne getireceğini söylemek de aynı şekilde bir muamma. Suriye’deki muharip güçlerini Ukrayna’ya sevk eden çatışmacı devletler güç kaybederken Türkiye Suriye’de güç kazanacak. Karadeniz’de alanını genişletecek. Libya’da rahatlayacak.
İsrail, ABD, NATO, Ermenistan vs. gibi ülke ve kuruluşların Türkiye ilgisi tesadüf mü?
Türkiye emin adımlarla ilerleyen bir güç: Bunu etrafımızdaki gelişmelerden anlamak mümkün.