Bugüne kadar yayınlanan yedi kitabımın ikisi (Aşk Tapınağına Baskın ve Kadının Kutsal Ahit Sandığı) “karşı cinsle ilişkiler”, yani kadın erkek ilişkileri üzerineydi. Kadın erkek ilişkileri üzerine yazılmış bir kitapta “cinsellik” olgusuna yer vermemek sadece sorumsuzluk değil, aynı zamanda aptallık olurdu; ancak o iki eserimde cinselliğe dair yapmış olduğum dobra dobra saptamalar nedeniyle bazı kimseler (Ara sıra buna bazı akrabalarımın da dâhil olduğunu hissediyorum) tarafından suçlandığımı biliyorum. Onlara buradan nasıl biri olduğumu açıklamak istiyorum: Korkmayın, sizi ısırmam, dünyanın en normal adamıyım; ama yazık ki siz normal değilsiniz. O yüzden, mutsuz oluyor ve kadınlarınızı mutsuz ediyorsunuz. Allah aşkına, punduna getirdiğiniz zaman şu dindar kadınların yüzlerine biraz dikkatle bakar mısınız? Hepsinin yüzünden de bedbahtlık, hoşnutsuzluk, bezginlik ve bıkkınlık akıyor!
Bu konuda bir saha araştırması yapılmış olsa, hiç kuşkusuz aile yaşamında geleneksel dindarlığın dozu arttıkça kadınların mutsuzluğunun da arttığı görülecektir.
Neden peki? Neden mutlu olması gerekenler mutsuz oluyor?
Sebepler çok açıktır: 1. Çünkü bunların pek çoğu din diye geleneğe inanıyorlar. Yerkürede cinselliği kutsayan tek din olmasına dramatik bir karşıtlık içinde ondan yılan görmüş gibi kaçıyorlar. Eşlerin birlikte geçirdikleri zamanları “vakit kaybı” olarak görmeyen, iki özel durum dışında yaşadıkları her türlü beraberliği “ibadet” sayan Allah ve Resulü’nün tersine, meşru dairedeki cinselliği bile, “ayıp”, “günah”, “suç” kavramlarıyla eşdeğer görüyorlar. O konularda düşünmeyi, araştırmayı, konuşmayı ve yazmayı “edepsizlik” ya da “sapıklık” olarak tanımlıyorlar. Kısacası, İslamiyet’in “serbest bölgesi”ni bile anlamaya ve yaşamaya çalışmıyorlar. Evlenmeden önce karşı cinsin doğası ve cinsellik üzerine birkaç kitap okuma zahmetinde bulunmuyorlar. E doğal olarak, ilgili konular hakkında doğru dürüst bir şey bilmeden, ama genellikle “Biz kadın ruhunu çözdük!” böbürlenmeleri içinde, “Sayın Çok Şey Bilen” edalarıyla evlilik turlarına çıkıyorlar. İnsan ve kadın psikolojisi üzerine otuz yıl iyi kötü araştırmalar yapmış olan S. Freud bile “Kadınlar ne ister?” sorusu karşısında susarken, “tabu” diye içine adım bile atmadığınız bir alanı siz nasıl çözmüş oluyorsunuz? Nesiniz siz? Kadın doğasının şifreleri konusunda vahiy alan “nebî” falan mı?
Sonra ne oluyor, biliyor muyuz? Bayanlar da erkekler de birer rahip veya rahibe zihniyeti içinde evleniyor, ilerleyen günlerde kendilerine lazım olacak her şeyi “deneme-yanılma” yoluyla öğrenmeye çalışırken bir çuval inciri berbat ediyorlar. Pazardan bir kilo patlıcan alırken bile her yerini çevirip inceleyen dindar kişi, karşı cinsin doğası ve cinsel sevgi konularından fellik fellik kaçtığı için, profesyonel anlamda kiminle evlenmesi ve kiminle evlenmemesi gerektiğini öğrenme gereksinimi duymuyor, evlendiğinde aynı eve girdiği ve ondan sonraki ömrünü birlikte geçireceği varlığı tanımıyor, ne istediğini anlamıyor, ona nasıl davranması ve nasıl davranmaması gerektiğini bilmiyor, çok geçmeden ilişkilerini zehirleyip yuvalarını cehenneme çeviriyorlar. “Evlenmeden önce kavun gibi birbirinizin tadına bakın!” demiyorum elbette. Kitaplarımda, akademik terbiye içinde bütün bunları yüreklice anlattım. Birilerinin Müslümanlara İslamiyet’te cinselliğin “sevap” olduğunu, sevişmenin yaşamın ta kendisi olduğunu, zira her yeni canlının bir sevişmenin ürünü olduğunu anlatması gerekiyordu.
Bu konularda fikir üreten yazarlara arkadan, gizlice, kırmızı damgalar yapıştıranlar Haydar Dümen’e niye “sapık” diyemiyorlar? O güçlü değil mi? Arkasında kaya gibi bir medya desteği var değil mi? Şöhreti ve serveti var değil mi? Unvanı da var değil mi? Şahsen, Haydar Bey’e minnettarım. Çünkü onun cinselliği tabu olmaktan kısmen de olsa uzaklaştıran çabaları olmasaydı, bunlar şimdiye kadar benim gibi adamları topun ağzına koyup havaya uçurmuşlardı bile…
2. Çünkü Müslüman erkeklerimiz hala kadının bütün ev işlerinden sorumlu tutulmasının Allah’ın emri olduğunu sanıyorlar; oysa bu kocaman bir zırvadır. İmam’ı Azam’ın Allah’ın Resulü’nün aile hayatıyla ilgili verilerden yaptığı çıkarıma göre, kadın ister çalışan biri, isterse ev hanımı olsun, ev işlerinin hiçbirini yapmaya mecbur değildir. Çünkü bir “cariye” değildir. Günümüze değin Müslüman kadın kendisine geleneğin yüklediği “cariye” profiline kendini iyice kaptırmış, cinselliğin lanet olası bir şey, ev işlerinin ise kendi görevi olduğu fikirlerine tümüyle alışmıştır.
Bu konuda dindarların laiklere uyması gerekiyor. Çünkü onlar genellikle aile içi geleneksel rol paylaşımını reddederek bilmeden daha İslamî bir tavır ortaya koymuş oluyorlar.