“İslam Dinine göre “câhil” kelimesi; “okuma-yazma bilmeyen (illiterate) ya da mevki-makam sahibi olmayan kişi” anlamından çok daha öte bir anlama sahiptir.
Özetle ifade etmek gerekirse, İslam’a göre cahil kimse; ilme ve akletmeye karşı olduğundan dogmacıdır. Kolaycıdır, dolayısıyla slogancı ve şabloncudur. Statükocudur, "...elden gidiyor!'' huzursuzluğunu iliklerine kadar hisseder. Niteliğe değil niceliğe önem verdiğinden kalabalıkçıdır, kemiyetçidir. Hoşgörüsüzdür. Bu nedenle kendi fikrine aykırı her “karşı”nın yok edilmesi gereğine inanır. Yaftacı ve iftiracıdır. Becerebileceği herhangi bir önlemle engelleyemediği fikir ve eylemler karşısında telaşlı olması nedeniyle provokatör bir karaktere sahiptir. Bütün değer ölçülerine madde ve yakın menfaatler temel teşkil ettiğinden maddecidir. Yalnız Yaratıcı'sına kul olmasını bilemediği için başka mabutlara köle olmuştur. Servet, şöhret, şehvet, iktidar hırsı ve benzerlerinden oluşan mabutlar pante¬onunda kulluğunu sürdürür.”
Bu anlayış ve yapıya sahip bireylerin oluşturduğu toplum ise “Cahiliye Toplumu”dur. Hz. Peygamber’in (s.a.) gönderildiği döneme –ve cehalet özelliklerini taşıyan her döneme- “Cahiliye Dönemi” denmesinin sebebi, o dönemde bu yapı ve anlayışın yaygın olmasındandır. Kabile savaşları, çapulculuk, ahlakî çöküntü, ırkçılık, sınıfsal zor¬balık, dinî hurafe ve sapmalar, aşiret anlaşmazlığı, utanç verici kölelik, sosyal ve iktisadî ayrıcalık fikri, zihni gerilik ve genelde bedevî-göçebe hayatın belirtisi olan ilkellikler, söz konusu toplumun temel özellikleridir.
Allah’ın, pek çok şey gönderebilecekken, böyle bir topluma bir “kitap” (Kur’an) göndermesi ve bu kitabın ilk emrinin pek çok emir arasından “her şeyin esasının okuyup öğrenme” olduğuna işaretle “Oku, Yaratan Rabbin adına” olması ve sonrasında” kaleme (yazıya-bilgiyi kaydetme ve sonraki nesillere ulaştırma aracına-kültüre) dikkat çekmesi oldukça anlamlıdır.
Allah, gönderdiği kitapta, temelde kendisini bilip tanımayı, genelde bilinmesi, öğrenilmesi gereken her şeyi kastederek “…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyurmuştur. “…fakat [daima] “’Ey Rabbim, ilmimi artır!’ de.” emriyle hem ilim-bilgi-aydınlanma yolunda kendisinden yardım istendiğinde yardım edeceğine işaret etmiş hem de ilim konusunda doyumsuz olmayı, sürekli artan bir ilmin talibi olma yolunu göstermiştir. Ayrıca, “Sınırsız Bilgi Sahibi” olarak kendisine, bu arada insanlardan da bilgi sahibi olanlara dikkat çekerek “…fakat her bilgi sahibinin üstünde bir bilen vardır” buyurmuş, “…şayet bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun” emriyle de araştırmayı öğütlemiştir.
“Ben muallim olarak gönderildim.” buyuran Hz. Muhammed (s.a.) ise; “İlim öğrenmek, kadın ve erkek her Müslüman’a farzdır.” hadisi şerifiyle ilim öğrenmenin toplumun her kesimindeki kimselere Allah’ın kesin emri olduğunu ilan etmiştir. Bunun da yeterli olmayacağını açıklayarak “İlim öğreniniz ve onu insanlara öğretiniz…” ve “Sadakanın en üstünü, kişinin bir ilimi öğrenip sonra da onu Müslüman kardeşine öğretmesidir” buyurmuştur. “Hikmet ve ilim mü’minin yitiğidir; nerede bulursa onu almaya en layık odur.” sözüyle, ilmin/bilimin dini ve milliyeti olmadığını aksine insanlığın ortak mirası olduğunu bu nedenle de Müslümanların, yana yakıla bir yitiğini arayan kimse gibi nerde bulurlarsa bulsunlar, onu buldukları yerde hemen alıp öğrenmeleri gerektiğini anlatmıştır. İlmin kalkıp cehaletin yaygınlaşmasını kıyamet alametlerinden saymış, özellikle, insanları faydasız ilimden uzak durma, faydalı ilim öğrenme konusunda uyarmıştır. Bizzat kendisi, örgün eğitim, yaygın eğitim ve fırsat eğitimi gibi her türlü eğitim-öğretim şekilleri ve yollarıyla ilmin, bilgi ve aydınlanmanın yaygınlaşması için azami gayret sarf etmiştir. Öğretmenlik yapmış, öğretmen yetiştirmiş ve ihtiyacı olanlara öğretmenler göndermiştir.
Hz. Muhammed(s.a.)’in Yesrib’e gelir gelmez ilk yaptığı iş; toplumun bütün bireylerinin eğitim ve öğretimi için bir mescit (cami) ve yöneticiliğini bizzat yaptığı bir okul/üniversite açmak olmuştur. Hz. Muhammed (s.a.), mescidi sadece ibadet yeri olarak kullanmamış, orayı tam bir “Kültür Merkezi” haline getirmiştir. Mescitte, kendisi dışında kadın ve erkek öğretmenler de görevlendirmiş, zamanla bu şehri siyasal, sosyal, kültürel ve medeni bir merkez; bilinen anlamıyla tam bir şehir haline getirmiştir. Bu nedenle şehrin adı bozukluk, karışıklık, kargaşalık, arabozuculuk anlamlarını içeren “Yesrib” yerine; “Medine” (şehir) olarak anılmaya başlanmıştır, ayrıca oraya “Medinetü’r-Rasûl” (Peygamber şehri) ve “el-Medînetü’l-Münevvere” (Aydın Şehir) denilmiştir.
Hz. Muhammed(s.a.)’in peygamber olarak gönderilmesinden sonra, toplumda yer eden cahiliye özellikleri yok olup gitmiş, yerine kardeşlik, adalet, ahlakî ol¬gunlaşma, eşitlik, siyasal katılım, tevhid fikrine dayalı doğru inanç (iman), toplumsal dayanışma, özgür insan ideali, hukukun üstünlüğü, entelektüel cesaret ve yerleşik şehir hayatına yatkın¬lık türünden erdemlerle donanmış yepyeni bir toplum teşekkül etmiştir. Efendi ve kölenin, zengin ve yoksulun, kadın ve erkeğin, beyaz ve siyahın, yerli ve yabancının, bilgin ile ortalama insanın, şehirli ile taşralının bir arada ve karşılıklı anlayış, saygı, dayanışma ve kardeşlik ruhunu ön plana çıkararak yaşaması ve ortak bir top¬lumun organizasyonunda rol alması sağlanmış, toplumsal kökenleri birbirinden bu kadar farklı unsurları bir araya getiren yepyeni bir yapılanma gerçekleşmiştir.
Şimdi, “Bizim dinimiz ilme ve bilime önem verir” kuru övüntüsüyle avunan tembellerin ve geri kalmışlığımızın suçunu dinimizde arayan kolaycıların bilmesi gereken şey; hem İslam’ın hem de insanlığın gereği olarak, yurdumuzu aydınlık bir geleceğe taşımak için kolları sıvayıp hep birlikte üzerimize düşen görevleri en ileri düzeyde yapmaya çalışmaktır.
Allah ellerin(m)izi bırakmasın.