Medine yılları.. Günlerden Cuma.. Allah Resûlü Hz. Muhammed aleyhisselam ravza-i mutahharanın minberinde Cuma hutbesi okumaktadır. Tam bu esnada Medine’ye bir ticaret kervanının ulaştığını ilân eden sesler gelmeye başlar. Eğlence eşliğinde ticaret kervanları şehre girmiştir.. Kervanın şehre girişini bildiren musiki sesleri reklam ya da bir tanıtımdı. O sıralarda ağır bir kıtlık ve yoksulluk vardı. Halk özellikle gıda maddesi temini konusunda zorluk çekiyordu. Bu sebeple kervanın Şam ya da Yemen diyarlarından yüklü gıda maddeleriyle Medine’ye girmesi dört gözle bekleniyordu. Kervanın şehre gelişi o günkü âdetlere göre, musiki eşliğinde sevinç çığlıklarının birbirine karışmış olması bir şenlik ve eğlence havası da oluşturuyordu. Peygamber mescidinde onu dinleyen Müslümanlar, ticaret kervanın giriş seslerini duyunca sokağa fırlarlar. Kervanın geldiği cihete doğru koşmaya başlarlar. Rivayetlere göre geride Hz. Peygamber (a.s)’ı dinleyen az sayıda kişi kalmıştır. Elbette âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (a.s) buna çok üzülür. Yüce Allah hem Nebisini teselli etmek ve hem de Müslümanların rızık konusundaki itikatlarını düzeltmek adına şu âyeti indirir: “Ama onlar bir ticaret veya eğlence gördüklerinde ona yönelip seni ayakta bırakıverdiler. De ki: "Allah’ın nezdinde olan, eğlenceden de ticaretten de üstündür. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır." (62/Cuma 11).
Cuma Sûresi’nin 11. âyetinde Yüce Allah insan karakterleri üzerinde duruyor. Müslümanların ticaret, tevhid ve rızık konusunda izlemeleri gereken yolu açıklıyor. İslam’da herşey bir Şey’le, bir Şey de herşeyle ilişkilidir. Tasavvufta bunun adı, “çoklukta birlik” düşüncesidir. Yüce Allah her şeyle ilişkilidir, her şey de bir olan Allah’la ilişkilidir. Bunun adı tevhittir. Elbette tevhidin ticaretle de, meşru eğlence hayatı ile de ilişkisi vardır. Burada önemli olan ehem ve mühimlerin yerini değiştirmemektir. Dikkat edilirse, Cuma Suresi Yüce Allah’ı tesbih etmenin önemi ile başlar. Tesbih, O’nu daima zikretmek demektir. Bu bağlamda bütün bir varlık O’nu zikreder. Bu ilahi kural bize bir ölçü veriyor. Müslümanın 24 saati Yüce Allah’ı unutturmayacak şekilde dizayn edilmelidir. Hiçbir davranış bizi Allah’a kulluktan alıkoymamalıdır. Bu kulluğun şekle bağlı boyutları olduğu gibi şekle bağlı olmayan boyutları da vardır. Çünkü ibadet bir Müslümanın günlük hayatında Allah’ı razı etmek adına yaptığı her türlü meşru faaliyetlerdir. Nitekim yine Cuma Suresi’nin onuncu ayetinde: “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Yüce Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın, Allah’ı çok zikredesiniz ki kurtuluşa eresiniz” buyruluyor. Demek ki Müslümanın kıldığı namaz ona helalinden kazanma ahlakını kazandırmalı bir de eli kârda gönlü Yâr’de olma inancını sağlamalıdır. Kur’an sisteminde zikir, her an Allah’la birlikte olmak demektir. O’nunla birlikte olduğuna inanan bir Müslüman, yalan söylemez, dürüstlükten ayrılmaz, her türlü hileli yollardan uzak durur, alın terine değer verir, helal ve haramları gözetir, yoksullara, yetimlere kol kanat gerer, çevresindeki insanları rahatsız etmez. Allah’ı zikreden bir Müslüman her an âhirette hesap verme şuuruyla birlikte yaşar. Aynı şekilde onun eğlence hayatı da vardır. Ama bu eğlence hayatı, helal ve mubah dairesinin dışına çıkmaz, Yüce Allah’ı ona unutturmaz. Fıtrat dini olan İslam insanların meşrû eğlenme ihtiyacını dikkate almış ve bununla ilgili ilkeler ortaya koymuştur. Eğlenmede temel ilke, dinin koyduğu emir ve yasaklara doğrudan ya da dolaylı şekilde aykırı hareket etmemektir. Dinimizde oyun ve eğlencenin ibadetleri ve aslî görevleri terk ve ihmâle yol açacak şekilde birinci plana alınmaması öngörülmektedir. Cuma Suresi’nde de buna dikkatlerimiz çekilmektedir. İslami bakış açısında, insanı asıl yapması gereken önemli işlerden alıkoyan dünyevi ve uhrevi anlamda hiçbir fayda sağlamadığı gibi günah işlemeye sevkeden eğlence türleri haram kılınmıştır. Yoksa insanları düşündüren, Allah’la buluşturmaya, ahlaki anlamda olgunlaştırmaya hizmet eden, içinde haram olmayan eğlence ise mubah kılınmıştır.
Sonuç olarak, Cuma Suresi’nin 11. âyetinde ticaret, eğlence ve rızık kavramlarına değinilmiştir. Medine döneminde Müslümanların Hz. Peygamber (a.s)’ı minberde terk ederek yoksulluk sebebiyle yöneldikleri şeyin eğlence değil, ticaret olduğu anlaşılmaktadır. Her ne olursa olsun; ister bunun adı alışveriş yapma isterse şenliğe katılma arzusu olsun, Cuma namazı gibi önemli bir ibadetin yarım bırakılması tasvip edilemez. Müslümanlar ibadet, cami adabı ve Hz. Peygamber (a.s)’a saygı konularında daha şuurlu, daha titiz ve dikkatli olunması gerektiğini bilmelidirler. Kur’an’ın bu uyarısı dün olduğu gibi bugün de ve yarınlarda da geçerlidir. Ne zaman ki inananlar din-dünya ilişkilerini dengede tutarlarsa bireysel ve toplumsal hayatta istikamet üzere Müslümanca bir hayatı yaşarlar.