İnanç temelli bir dilin sahibiyiz. İfade gücü, derin manalar taşıyabilmesi ve sağlam yapısıyla bilgi çağının mühim dillerinden birinin sahibiyiz. Öte yandan mecrasında akan, değişen, gelişen yeni icatlarla yeni kelimeler üreten de yine dünyanın kendisi. “Dil” dediğimiz o muazzam ifade aracı ve bağ kurma yapısı, yenilenerek kendini her çağda tekrar inşa ediyor. En sade tarifiyle iletişim aracı olarak dil, bireyler arasındaki bağı, iletişimi, etkileşimi sağlayan bir araç olarak insana ait bir araç.
Dil neyi nerede nasıl yapmamız gerektiği konusunda bize sosyal bir davranış kazandırır. Birey konuşurken aynı zamanda sosyal bir duruş sergiler bundan dolayı kurumsal olarak da duruşumuzun net ve anlaşılır olabilmesi kullandığımız dile bağlıdır.
Dil öğrenilen ve sonradan kullanılan bir teknik olduğuna göre bu tekniği en doğru ve etkili şekliyle kullanmamız gerekir. Dil insanların davranışlarını yönlendiren bir güce sahiptir, “Her mekâna selam verilemeyeceği gibi her adama da eyvallah çekilmez.” Konuştuğumuz dil aynı olmasına rağmen her bireyin, kurumun, toplumun kullandığı sözcük ve cümlelerin etkileri ve tesirleri de farklı olabilmektedir.
Kültür ve medeniyet tasavvurunda, dil sıkıntısı çekmeyecek olan nadir milletlerden biriyiz diye düşünmüşümdür hep. Sahip olduğumuz bu zengin hazine hemen her duruma uygun, farklı ama tam da yerine denk gelen ifade, terim ve terkipler saklamaktadır.
Fakat tarihimizden, kültürümüzden, medeniyetimizden ve bu muazzam birikimin oluşturduğu kazanımlarımızdan ve edebiyatımızdan bütün dünya müstefit olmuşken yararlanmışken, bizler hâlâ dilimizle ilgili temel mevzularda tartışıyoruz. Tartışma bir şey değil ve hatta gereklidir bile lakin değişen ve kendini yeniden şekillendiren dünyada bizi, bize anlatacak ve öz malımız olacak bir dil bütününden uzağa düşmüşsek, derin bir problemin varlığı yok sayılamaz.
Modern dünyanın, evrensel niteliğe sahip sosyal, kültürel, içtimai, ailevi, askeri, iktisadi ve etik (ahlaki) bütün kurallar ve söylemlerinin temelini ve menşeini batı medeniyetini oluşturan fikir ve inanç dünyası inşa etmiştir. Diğer yandan teknoloji ve enformasyon çağı kendi kavram ve ifade formlarını en baştan yeniliyor.
Medeniyet teorileri arasında oldukça farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Ancak her medeniyetin bir inanç sistemine dayandığı görüşü daha tutarlı görünmektedir. Bu durumda mesela “batı” dediğimiz medeniyet iddiası bile aslında tahrif edilmiş Hıristiyanlık dini ile hümanizma, Yunan ve Roma Medeniyetlerinin bir araya gelmesi ile oluşmuş bir yapıdır. Tüm dinlerin aslında hak peygamberlerin aracılığı ile gelmiş vahiy kaynaklı kutsallar olduğu bilindiğine göre hiçbir evrensel kural ve söylem yoktur ki kaynağı İslam kültür ve medeniyeti olmasın.
Bütün medeniyetlerde bilinçli ve rasyonel düzeyde muhasebesi yapılan bir inanç vardır. Yitiğimiz bu inançla ilgilidir. Ve onun içinde tarihimizle, kültürümüzle, medeniyetimizle buluşmak, bu muazzam birikimi günümüz dünyasına taşıyarak güncelleştirmek ve evrensel dil haline getirme çalışmalarına hız vermek durumundayız.
Bu muazzam dili mahalli, argo, malayani, asabiyet içeren unsurlardan kurtarıp, herhangi bir kurum kuruluş veya bir topluluğun dili olmaktan çıkarıp, küresel anlamda evrensel nitelik taşıyan bir terminoloji haline getirmemiz gerekir.
Sahip ve ait olduğumuz kültür ve medeniyetin menşei çağlar üstü hatta kıyamet ve ötesini kuşatan bir öğretinin ürünüdür.