Siyasi partilerle sivil toplum örgütleri veya cemaatler olarak adlandırdığımız organizasyonlar arasında zaman zaman gerilimler olur. İşin doğasında, insanın fıtratında, düşmanların stratejik hamleleri arasında mutlaka bu seçenek vardır. Son günlerde gündemin ilk sırasına oturtulan dershane tartışmasında da bu doğal bir süreç işliyor.
Cemaatin, Başbakan Erdoğan’dan memnun olmadığını, dilini sert bulduklarını, uzlaşmaz olduğunu, kucaklayıcı olmadığını sürekli fısıltı halinde dillendirdiğini biliyoruz. Ancak bu memnuniyetsizlik artık gazete manşetlerini, televizyon haberlerini süslüyor. Gerekçe, “hükümetin dershaneleri dönüştürme projesi”.
Hükümetle cemaatin ilk ciddi karşılaşması MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağrılmasıyla başladı. İsrail, MİT Müsteşarı bu göreve atandıktan sonra dünyada örneği görülmemiş bir şekilde, açıkça eleştiri ve suçlamalarda bulundu. Sonraki dönemde de Müsteşarı, İran’la işbirliği yapmakla suçladı. Yani başından beri İsrail, MİT Müsteşarıyla kavgasını dünyaya ilan etti. Peki MİT Müsteşarını kim ifadeye çağırdı? “Oslo Süreci” ve KCK’yla ilgili çalışmalar birilerini rahatsız etmişti anlaşılan. Bu rahatsızların yurt dışındaki ayağı İsrail’di. Peki yurt içindeki ayağı kimdi? Herkes cemaati işaret etti.
İkinci ciddi karşılaşma “Gezi kalkışması” sırasında oldu. Cemaatin yayın organlarının olayları veriş şekli, köşe yazarlarının yine başta Başbakan olmak üzere AK Parti hükümetine eleştirileri kabul edilemez bir noktaya geldi. Hatta bu süreçte Başbakan Erdoğan’ın Zaman Gazetesi Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ile bir görüşme yaptığı ve kendisine, hükümete ve Türkiye’ye karşı kurulan tuzağı anlattıktan sonra, yaptıkları bu haber ve yazdıkları yazılarla bu oyuna alet olduklarını açıkça söyledi.
İki önemli olayda da cemaat, hükümet ve Başbakan’ı yalnız bıraktığı gibi, cemaatin yayın organlarına bakılırsa karşı safta bile yer aldılar. “Gezi kalkışmasıyla” hükümete yapılmak istenen darbede cemaat saf değiştirdi. Hükümet tarafından, cemaate sağlanan tüm imkanlara ve açılan tüm kapılara rağmen, yurt dışı kaynaklı büyük organizasyonlara karşı cemaat dik duramadı. Başbakan işte bu gerçeği gördü. “Gezi kalkışmasının” yurtdışı basın ayağını oluşturan İngiliz ve ABD kaynaklı yayın organlarının, sıcağı sıcağına Fetullah Gülen Hocaefendiyle yaptıkları görüşmeler dikkat çekiciydi. Zamanlama açısından da öyle.
28 Şubat sürecinde Çevik Bir’e okulların anahtarını teklif eden, üniversitelerdeki başörtüsü yasağına peruk çözümü getiren, Mavi Marmara katliamında, suçu İHH’ya atıp, İsrail’le konunun görüşülmesi gerektiğini öğütleyen uzlaşmacı anlayışın bugün iktidarla böyle bir çatışmaya girmesi size de tuhaf gelmiyor mu? Bu kavgada cemaat kullanılıyor. AK Parti ile büyük hesaplaşmaları olanlar, daha önce nasıl başka enstrümanları kullandılarsa bugün de cemaati kullanmak istiyorlar. Dün PKK’yı Türkiye’ye karşı, hükümetleri hizaya koymak için kullananlar, bugün cemaati neden kullanmasın?
Yalnız şunu hatırlatmakta fayda var. AK Parti’yi sallayacak bir darbeden sonra, bu kavgada cemaatin yanında saf tutanlar ve onu kullanmak isteyenlerin ikinci ve en sert darbeyi cemaate indireceğini hatırlatmama gerek yok sanırım. Her seçim döneminde umudunu cemaatin oylarına bağlayanların, cemaati AK Parti’den koparmak için verdiği çabaları unutmuş değiliz. Bu durum biliniyorken, onları bu kavgaya zorlayan kim veya kimler? Öncelikle bunu tespit etmek lazım. Cemaati birileri veya bazı ülkeler, Türkiye’ye, hükümete ve Başbakan’a karşı bir silah olarak kullanmak istiyor.
AK Parti-Cemaat kavgasında kurgulanan oyun çok büyük. Bedeli ve sonuçları da büyük ve ağır olur. Yol yakınken, sözlerden geri dönülebilecekken bu anlamsız kavgaya son vermek lazım.
Başbakan’ın şu mesajını herkes doğru anlasın; “Bugüne kadar beraber yürüdüğümüz, beraber sorunları hallettiğimiz kardeşlerimizle böyle bir ayrılığın içerisine düşmeyiz. Burada yalnız fitne odakları var. Bu fitne odaklarına biz fırsat vermememiz gerekir. Yani ‘Oslo süreciydi’, Müsteşarımla ilgili yapılanlardı, kimler bu tür fitnelere fırsat verdiyseler ve bu olayların içerisinde olduysalar, onlar zaten bunun bedelini öderler. Bize düşen sadece kucaklamaktır, birleştirmektir, bütünleştirmektir. Ama bir de sorumluluk makamında olanların özellikle bu fitne, nifak çıkarmak isteyenlere fırsat vermemesi lazım. Çünkü biz birbirimize çok lazımız.”
Başbakan’ın dediği gibi, sadece AK Parti’nin cemaate ihtiyacı yok, cemaatin de AK Parti’ye ihtiyacı var. Bu, inanılan bir davanın başarısı ve muzaffer olması için yapılmış bir ortaklıktır. Kim yol arkadaşını yarı yolda bırakırsa vebali ona aittir.
Bu yolda önden gidenlerin, “yapmayın” çığlığını duymuyor musunuz?