Ülkelerin ekonomileriyle ilgili açıklanan çeşitli temel ekonomi verileri ile uluslararası kuruluşların açıkladığı, üstelik olumsuz anlamda kısa sürelerde revize ettiği raporlar, dünya ekonomisinde üç beş yıl durgunluk ortamının devam edeceğini, en olumlu bakış açısı ile bile, orta vadede belirsizliğin derinleşerek devam edeceğini göstermektedir. Böyle bir sonucun beklenmesinin nedeni gelişmiş ve dünya ekonomisinin önde gelen ülkelerinin (ABD, İngiltere, Almanya, Fransa) sahip oldukları kazanımlarındaki hazımsızlıkları ve süratle artırma düşünceleridir. Ekonomilerinin güçlü olmasını, dünyanın ortak değerlerini göreceli dahi olsa, eşitlikçi ve adaletli paylaşım biçiminde kullanmak yerine, ne pahasına olursa olsun kendi çıkarlarını artırmaya yönelik siyasi, askeri ve tekel konumundaki iletişim araçlarını tercih etmeleri, tüm sorunların fitilini ateşleyen en temel faktördür. ABD, Almanya, İngiltere, Fransa gibi gelişmiş batılı ülkelerin, bu sığ ve paradoks düşünceleri değişmediği müddetçe, gerçek anlamda yerkürenin ve üzerindeki hiçbir ülkenin kalıcı huzura kavuşması beklenmemelidir. Bundan sonra, dünya küresel ekonomi, siyaset ve medya güçlerini tekelinde bulunduran yukarıda sayılan anlayıştaki ve bunlarla birlikte hareket eden uydu ülkelere (S. Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, bazı Geri Kalmış Afrika Ülkeleri) karşı; Çin, Rusya, Türkiye, İran, Venezüella, Meksika, Malezya gibi kendi ayakları üzerinde doğrulmaya çalışanların mücadelesine sahne olacaktır. Bu mücadele sırasında belki milyonlarca masum kadın, çocuk, yetişkin ölecek, milyonlarca kişi işsiz kalacak, binalar, evler, yerleşim ve tarım alanları büyük maddi zarar görecek, yakılacak, yıkılacak ve bunların hepsi de demokrasi, insan hakları adına yapılacak.
Böyle bir sonla karşılaşılmaması isteniyorsa, öncelikle bu durumun tespit edilmesi ilk şarttır. Genel gerçek budur ve çıkış noktası olarak bu realite üzerinden gidilirse, belki çözüm için ümitli olunabilir. Esasında kaos ortamını oluşturanlar, kendi ekonomilerini ayakta tutmak ve geleceklerini güvence altına almak adına, dünya üzerinde bulunan kaynakları kendi kontrollerinde bulundurmak peşinde koşan batılı ülkelerden başkası değildir. Hem sorun çıkaran hem de sözde çözüm peşinde koşanların aynı olduğu herhangi bir sistemin, başarıya ulaşamayacağı ortada iken, içinde bulunulan düzenden de istikrarlı ve refah düzeyi yükselen bir dünya beklentisi, çok fazla iyimser kalmaktadır. Örneğin tek başına dünya ekonomisinin dörtte birine hakim Trump’lı ABD örneğinden yola çıkıldığında, sahip olduğu kazanımları kaybetmemek ve ekonomi güvenliğini sağlamak için yaptıkları ortadadır. ABD’nin başını çektiği ülkeler tarafından, Orta Doğu’da petrolü ele geçirmek ve yerleşmelerine bahane oluşturmak amacıyla ilk olarak, Irak-İran Savaşının çıkartılarak uzun süre devam etmesi için iki tarafa da silah satışının yapılması, Saddam Hüseyin’in önce palazlandırılıp Kuveyt’i işgal etmesi sonrasında ise Irak’ın nükleer silah üretimi yapılıyor yalanıyla Irak’a saldırılması, Esed’in Suriye’de hakim olamamasına bağlı ortaya çıkan kargaşadan dolayı terör örgütlerini dahi açıkça destekleyip onlarla birlikte hareket ederek Türkiye’nin sınır güvenliğini tehlikeye sokacak davranışlar sergilemesi, dünyada en fazla petrol rezervine sahip Venezüella’nın petrolü üzerinde hakimiyet kurmak amacıyla iç politik sorunlarına doğrudan müdahale ederek, muhalefet lideri sıfatıyla ortaya çıkan, meydanda bir kalabalık önünde yemin edip kendini ülkenin başkanı olarak ilan eden birini, uluslararası hukuk kurallarına tamamen zıt olmasına rağmen desteklediğini açıklaması, ABD ekonomisinde önemli bir paya sahip savaş ve silah endüstrisinin küçülmemesinin temini maksadıyla, dünya üzerinde çatışmaların devam ettirilmesinin zorunluluğu gibi askeri ve politik uygulamaların baskın olduğu bir iklimden, dünyaya bahar esintisi yayılması olanaksızdır. İngiltere, Almanya, Fransa ve bunların kuyruğuna takılan gelişmiş ancak küçük hacimli ekonomilere sahip ülkelerin, düşünce bazında ABD’den en ufak bir farkı yoktur. Petrol fiyatlarının oynaklığı, döviz kuru, reel ve finansal sektöre ait veriler, global dış borç miktarı, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranları, IMF ve WB’nin açıkladığı raporlarla bunlara dayanılarak öne sürülen çözüm önerilerinin tamamı, tüm sorunların çıkış nedeni konumundaki batılı ülkelerin dünyaya hegemonyaları altına almak istemeleri şeklinde özdeşleştirilen söz konusu temel sadist anlayış ve düşünce yaklaşımı değişmediği müddetçe, toplumlar kalıcı ekonomik ve sosyal refaha ulaşamaz.
Soru: Gelişmiş ülkelerde iktisadi büyüme temel hedef midir? Neden?
Sözün Gözü: İnsanların suratlarına bak, kalplerini gör.