Hatırlanacağı gibi, 17 Ağustos 1999 tarihi, “Asrın en büyük felaketinin, Marmara Bölgesi’nde sahneye çıktığı gün” olarak tarihe kaydedilmişti. Konunun uzmanları, tarihte gelmiş geçmiş depremlerin en geniş kapsamlısı ve en can alıcılarından olduğunu ifade etmişti.
“Merkez şok” ve “artçı şokların” birbirini takip ettiği o günlerde konuyla ilgili bilimsel ve biçimsel açıklamaların ve açık oturumların çoğunu TV ekranlarından takip ettik. Hemen hemen hepsinin birleştiği ana nokta “Bu depremin normal bir doğa hadisesi olduğu, insanların işlediği günahlardan dolayı Allah’ın onlara bir uyarısı filan olmadığı, yani âmiyâne ifadesiyle bu deprem felaketinin Allah’la filan ilişkisinin bulunmadığı” idi. Çok az denecek istisnayı bir tarafa bırakacak olursak, yaklaşık bütün jeologlar, jeofizikçiler, sismoğraflar aynı temayı işlediler. Yanlarına aldıkları kriz dönemlerinin aranan ruhanileri, bildik ilahiyatçı simaları ve sözüm ona “İslamcı-tarihçi yazarları” da kullanarak bu işin günahla, Allah’ın uyarısı ile bir ilişkisi olmadığını onlara anlattırmayı da ihmal etmediler. Bu laik-materyalist görüşleri reddedip “Depremler ilahî uyarıdır” dediği için gazeteci Mehmet Kutlular’a 2 yıl 1 gün mahkumiyet verip 276 gün hapis yatırdılar. Ve bir de günah keçisi buldular: Müteahhitler...
Elbette müteahhitlerin hırsızlıklarını alkışlayacak değiliz. Onlar dürüst olup teknolojinin, mühendislik ilminin ve jeolojinin öngörülerine uygun, depreme dayanıklı evler yapmakla mükelleftirler. Bunlar tedbirdir. Biz tedbiri alıp sonucu Allah’a havale ederiz. Ama bütün bunlar, yerkürenin tedvirini Allah’ın elinden almak ve dünyayı kullara ihale etmek anlamına gelmez. Allah, mülkün sahibidir. O, tasarrufu konusunda lâyüs’eldir, kimseye hesap verecek değildir.
Biz bu konuya metafizik boyutuyla bakmak istiyoruz. Deprem olaylarının fiziki yönünün olması yanında, fizik ötesi yönünün de olduğunu vurgulayacağız.
Yüce Allah, insanoğlu yaratıldıktan sonra deprem, sel, rüzgâr ve büyük gürültüyü, peygamberleri yalanlayan günahkâr kavimler için birer helak ve azap aracı kılmıştır. Az çok okuma yazması ve imanı olan birisi, bir Kur’an meali alıp peygamber kıssalarını anlatan bölümleri -mesela Hud Suresi’ni- okuduğunda bunu açıkça görecektir. Yüce Allah, En’am suresinde adeta bu dediklerimizi özetler mahiyette şöyle buyurmaktadır: “De ki, O Allah size üstünüzden/gökten ya da ayaklarınızın altından/yerden bir azap göndermeye…kadirdir.” (6Enam:65)
Fakat bu tür olaylarda Mü’min-kâfir-münafık, günahkâr-günahsız ayırdedilmeden o bölge sakinlerinin hepsi muhatap olur. Eceli gelen ölür, eceli gelmeyen kalır. Mü”minler için bu felaketler, şehitlik mertebesi kazandırırken, kâfiri cehenneme yollar. Kalan mü’minlerin imanını artırırken, kâfirlerin de küfrünü ziyadeleştirir. Deprem sonrası dolaşırsanız, camilerin tıklım tıklım dolduğunu göreceksiniz. Uyarıyı yaşayan Müslümanlar, olayı unutana kadar camilere akın edeceklerdir. Marmara depreminin üçüncü günü yardım götürdüğümüz Adapazarı’ndaki camiler ağzına kadar dolu idi. Ertesi sene gittiğimizde camileri, eski sessizliğine bürünmüş gördük. İnsanoğlu, olayın etkisi geçince eski fabrika ayarlarına dönüyor maalesef.
Günahların ve azgınlaşmanın da toplu ve bölgesel uyarılarla ilişkisi vardır. Bu konuya ışık tutan Yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır: “Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin akıbetinin nasıl olduğunu görsünler. Onlar kuvvet ve yeryüzündeki eserleri yönünden bunlardan daha da üstündü. Böyleyken Allah onları GÜNAHLARI YÜZÜNDEN YAKALADI. Onları Allah’ın gazabından koruyan da olmadı.” (40Mü’min:21)
“Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helak ettik. BİZ ONLARI GÜNAHLARI SEBEBİYLE HELAK ETTİK ve onların ardından başka nesiller yarattık.” (6 En’am:6). Bu ayette yüce Allah, geçmiş kavimlere verdiği nimetleri bildirmekte ve bu nimetlere nankörlük edip Allah’a isyan edenlerin sonunda helak olduklarını haber vermektedir. Geçmiş topluluklara günahları yüzünden uyarı yapan Allah, günümüz toplumlarına neden yapmasın? Yoksa kendimizi günahlardan arınmış bir toplum mu görüyoruz?
Rasûlullah (sav), depremin ilâhî bir uyarı olduğunu belirtmiş, güneş tutulması, şiddetli rüzgâr, fırtına ve deprem gibi doğal âfetlerden sonra Allah’a dua edilmesini tavsiye etmiştir (İbn Sa’d, I, 142). Öyleyse insanların isyandan vazgeçmesi için ilahi bir ikaz olan depremlerden ibret alınmalıdır. Sel, deprem, kuraklık gibi, ilahi musibetlerin ara sıra zuhur edişi, Allahu Teâlâ’nın sonsuz nimetlerine, lütuf ve ihsanına karşı isyanda olanları uyarı mahiyetindedir. Hiçbir nimet ve felaket sebepsiz değildir.
Sözün özü şu ki; Yüce Allah’ın ilmi ve iradesi dışında bir yaprak bile dalından düşmezken (6En’am:59) yirmi milyon insanı etkileyen, on binlerce ölü ve yaralı bırakan Marmara depremini ve şu günlerde bazı illerimizi sallayan depremleri sadece müteahhit hatalarına bağlamak, fay kırılmalarının tesadüfleriyle (!) izah etmek, mülkün sahibi olan Allah’ı görmezlikten gelmek olur. Fay hatlarının ne zaman, ne şekilde ve nerede kırılacağını ilmi ezelisiyle bilen, takdir eden ve kaidesini koyan Yüce Mevla’nın “tabiat olayları” dediğimiz bu hadiseleri hem dünyanın enerji dengesini korumak, hem de ibret olsun diye yöresel olarak helak aracı kılmak gibi bir hakkı olsa gerektir. Unutmayalım ki “Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir.” (32Secde:5)
Bütün bunları “Depremler ilahî uyarıdır” diyen gazeteciyi hapse attıran laik, seküler, materyalist kafalılara anlatmak zor da “Ben de Müslümanlardanım” diyenlerin böyle düşünmelerine ne demeli? Yeryüzüyle ilgili işlerde hüküm koyma hakkını Allah’tan alanlar ve yer kürenin tedvirini de O’na çok görenler, nasıl bir Allah’a inanıyorlar? Merak ediyoruz doğrusu. “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de helak eder misin Allah’ım?!!!”
Yüce Allah, deprem nedeniyle göçük altında kalarak ölen kardeşlerimize şehit sevabı versin. Bizlere de bu tür âfetlere karşı tedbir ve ibret alma, günahlardan uzak durma bilinci lütfetsin.