Bir yıl önce gerçekleşen ve ülkeyi yasa ve karamsarlığa sürükleyen deprem felaketi aslında doğru yapılmayan işleri, iyi gitmeyen süreçleri ve insanın bitmek tükenmek bilmeyen hırslarını açığa çıkarmıştı.
11 ili etkileyen felaket sıkıntıları ortaya saçsa da insanımızın gerekli dersleri çıkardığını söylemek için çok erken. Zira geçen yıldan bu yıla köklü değişim olduğunu söyleyebilmemizi sağlayacak bir bilgiye sahip değiliz.
Türkiye deprem bölgesinde ve her an, her yerde yeni felaketler gerçekleşebilir...
Uzmanlar uzun olmayan bir zaman diliminde ülkenin can damarı durumundaki bölgelerinde ve şehirlerinde yeni depremlerin gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyorlar. Ancak henüz istenen adımların atılmadığını söylememiz gerekiyor.
İki aydan daha kısa süre içinde yapılacak yerel seçimler ciddi bir milat. Yeni döneme, yani deprem gerçeğine karşı plan ve proje üretebilmekle kalmayıp, gerekli adımları atabilecek yöneticiler bir avantaj sağlayacak.
İnsanımızın bu bilinçle oy vereceğini söylemek için yeterli sebep bulunmuyor…
Deprem bölgesinde görev yapan iktidar partili belediye başkanları değiştiriliyor. Malatya, Kahramanmaraş ve Adıyaman bunlardan birkaçı.
Gaziantep’te ise bir değişim gerçekleşmedi. Değişmeme sebebi galiba depremin bu şehirde nispeten az yıkıma neden olması…
Esasen konu sadece bu bölgenin bir sorunu olmadığı için ülkenin tamamında aynı hassasiyetin gösterilmiş olması gerekiyor(du).
Deprem riski en düşük olduğu söylenen illerden Konya da dâhil olmak üzere kimsenin kayıtsız kalma lüksü bulunmuyor. Şehrin yapı stoku 6-7 arası bir depreme ne kadar dayanıklı, emin değilim.
1999 sonrası yapılan yapılara ilişkin bir güven söz konusu olabilecekse de özellikle önceki dönemden kalan yapılara ilişkin sağlıklı bir değerlendirme yapıldığını söylemek çok zor.
Sonuçta tam da yirmi yıl önce gerçekleşen Zümrüt gerçeği unutuluyor. Dışsal bir etki olmadan, kendiliğinden yıkılan bina tam 93 cana mal olmuştu.
Sağlıklı yapılaşmaya diğer partiler ne kadar önem veriyorlar, bilemiyorum.
Meselenin birincil aktörleri olan yerel yöneticiler konuyu sahiplenmek zorundalar.
Mevzuat merkezi idare tarafından belirleniyor olsa da uygulamayı yerel yönetimler yapıyor. Ülkenin her tarafında aynı mevzuat cari olduğuna göre uygulama sorunları insan ve yönetimsel ihmallerden kaynaklanıyor.
Cuma hutbelerinde ‘çürük bina yapmayın, fay hattı üzerinde yapılaşmayın’ sözlerinin sarf edilmesi konunun ıskalandığının büyük bir göstergeleri. Bu topu taca atmak demek. Duyunca kızıyorum.
Vatandaş bilerek ya da bilmeden yanlış yapabilir. Asıl sorumluluk konuyu düzenleme, denetleme ve kuralların uygulandığının gözetimi görevi kendilerine verilmiş olan idarelere düşüyor.
Bunlar da belediyeler…
Hukuk derslerinde ilk öğretilen şey ‘bir görev ya da sorumluluk eğer herkese verilirse o sorumluluğu kimse yerine getirmez’ ilkesidir.
Öyleyse başta belediyeler olmak üzere kamu yönetimi sorumluluğunu evleviyetle yerine getirmek durumundadır. Ayrıca,’ bizim dönemimizden önce böyle yapılmış’ denilerek de sorumluluktan kurtulmak mümkün değil.
Üzülerek söylememiz gerekiyor ki, temel bir mantık değişimi yaşamadan daha çok 6 Şubat’ları anarız.
Aynen 17 Ağustos’ları hatırladığımız gibi...
On binlerce insanın hayatını kaybetmesi, yıkılan altyapı ve binaların neden olduğu zarar ve ülkenin tamamının sürüklendiği ruh hali de işin cabası.
Deprem seferberliği dikili her taşı hedef almalı, ama öncelikle zihniyet değişikliği sağlanmalıdır.
Aksi halde 7 Şubat’ta unutacaksak, yaptığımız şeyleri aynen yapmaya devam edersek bu bile-isteye intihar anlamına gelir.
Umut edelim ki, bu kez öncekiler gibi olmasın.