1999 depremi siyasetin ve devletin şekillenmesinde bir milat olmuştu. O dönemde bu fikri yüksek sesle dillendirmiş, depremin gizlenen yanlışları ve hataları açığa çıkardığını savunmuştum.
Gölcük depreminden çeyrek asır sonra bugün, benzer tartışmalar başlatılmak isteniyor. O gün, 28 Şubat gibi bir soygun düzeninin hemen akabinde son derece yetersiz bir devlet mekanizmasının gölgesinde gerçekleşen deprem, bugün aynı şartlarda vuku bulmadı.
Devlet, özel sektör ve sivil toplum el ele yaraları sarmaya çalışıyor. Afetin büyüklüğü ve etkisi devasa boyutlarda. Yetişilemeyen, ulaşılamayan kesimler oldu. Ancak, gelinen noktada saha kontrolünün sağlandığını söylemek mümkün.
İyi niyetli olduğundan kuşku duymadığımız çeşitli kesimler bölgeye derhal ulaşıp, karınca – kararınca mücadele vermeye başladılar.
Kimi ‘sığınak mücahitleri’ ise inlerinde beklediler, hiçbir adım atmadıkları gibi şimdi deprem üzerinden rant elde etmeye çalışıyorlar. Deprem bölgesine yaptıkları ‘ziyareti’ türlü eklemelerle topluma anlatıp, ‘şekil’ yapmaya çalışıyorlar.
Yazık…
Bizi asıl ilgilendiren tabii ki devlet mekanizması ve siyaset.
Mevcut afetten ders çıkarma anlamında mutlaka bir muhasebe süreci tesis edilmesi gerektiğine inanıyorum.
Bürokratlar, belediye başkanları ve siyasi mekanizmanın bundan pay çıkaracağına inanıyorum.
Bugün ülkenin her tarafında dirayetli valilere, genel yönetim konusunda deneyimli seçilmiş yerel aktörlere ve metanetli siyasi kadrolara ihtiyaç duyuluyor.
Deprem bölgesinde görev yapan kişiler başta olmak üzere, ülkenin insan kaynaklarının yeni bir envanterinin çıkarılması gerektiğine inanıyorum. İyi yetişmiş, vatan-millet aşkıyla çarpan kalpleriyle hizmete talip insanların bulunup, çıkarılması büyük ehemmiyete sahip.
Yeni bir ‘Enderun’ yapılanmasına ihtiyaç var.
‘Nerede hata yaptık’, demeden bir yere varmak mümkün değil.
Görevini yapmayan mühendisleri, küçük menfaatler için toplumu ateşe atan belediye görevlilerini, açgözlü müteahhitleri, lakayt denetim elemanlarını bu toplum yetiştirdi. Hırsızlar, ölü soyucular ve yağmacılar yine bu toplumun eseri.
Kimse kusura bakmasın, deprem yine bir ders vermeye çalışıyor bizlere.
Afetin büyüklüğü bizim dışımızdaki bir olay olsa da yıkım bizim sorumluluk alanımızda.
İnsan kalitemizdeki yıpranmanın ve tefessühün asıl mesele olduğu göremediğimiz müddetçe iş yine sarpa saracak. Netice alamayacağız.
Eflatun ‘ya filozoflar kral olsun ya da krallar filozof’ demişti. Yönetici sınıfın sahip olması gereken nitelikleri sıralamıştı.
Benzer şeyleri Farabi de tekrar eder. Faziletten, sorumluluktan bahseder.
Ne yazık ki bugün bir dönüm noktasındayız. Bütün yönetici kademelerinde bulunan kişilerden başlayarak bir dönüşüm ve değişiminin fitili ateşlenmelidir.
Liyakat dediğimiz şey tam da bu.
Sözlerimden rahatsızlık duyanlar olabilir. Ancak, deprem gerçeğini bildiği halde kılını kıpırdatmayan herkes suçludur. Burada parti ayrımı da yapmıyorum.
Ülkenin her tarafı aynı durumda: Marmara, Ege, İç ve Doğu Anadolu ülkenin Güney doğusundan farklı değil.
Olay sadece deprem de değil.
Diğer alanlar da aynı durumda.
Kanaatimce 3 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi Ekli Cetvellerinde yer alanlar bakımından derhal, bunlara bağlı çalışanlar açısındansa bir program dâhilinde gözden geçirmeye ihtiyaç var.
Yapılması gereken o kadar fazla iş var ki…
Büyük değişim için Cumhurbaşkanlığı seçimini beklememiz gerekiyor maalesef.
Gösterilecek milletvekili adayları ilk büyük bir sınav olacak.
Aday adayları umut verirse, geleceğe güvenle bakabiliriz. Vermezse yapabileceğimiz bir şey yok.