Tüm toplum aynı marka deli gömleği giyiyoruz, giymeyenlere de döve döve giydiriyoruz. Sonra da:
"elim kolum bağlanmış,
çaresizim Allah'ım,
dinimi yaşamak istiyorum,
sistem fırsat vermiyor..." diye türküler söyleyip, güzellemeler yapıyoruz.
Bu toplum 1071'den sonra Anadolu'da Müslüman bir toplum olarak yaşamış, devletler kurmuş, yıkılmış, beylikler kurmuş, beyliklerden imparatorluk çıkarmış bir millettir. Bu milletin özünde İslam Dini ve o dinin oluşturmuş olduğu vahdet toplumu vardır. Yüzyıllar boyunca "Devletin dini İslam" olarak kabul edilmiş ve bu devletin içerisinde yaşayan Ortodoks, Keldani, Yahudi, Yezidi vb... diğer unsurlar, bu anlayış sayesinde veya toplumun kabul etmiş olduğu bu inanç sayesinde huzur ve güven içerisinde, her hangi bir istibdat ve zulme maruz kalmadan yaşamışlardır. Tarihi bilgilerimiz bize bunun aksini söylemiyor.
Fakat bundan 90 yıl önce anayasa üzerinde yapılan bir toplum mühendisliği çalışması, toplumunun zihnine deli gömleği giydirilmesine sebep olmuştur. 10 Nisan 1928'de İsmet İnönü ve 120 vekilin imzasıyla anayasanın 2. Maddesi olan; "Türkiye Cumhuriyeti'nin dini İslam'dır." İbaresi kaldırılmış ve 5 Ocak 1937'de, 9 yıl sonra yapılan değişiklikle Anayasanın 2. Maddesi: "Türkiye Cumhuriyeti, cumhuriyetçi, halkçı, devletçi, laik, inkılapçı bir devlettir." şeklinde yeniden düzenlenmiştir. Tabii 1924 ten, 1937 ye kadar geçen zaman dilimi içerisinde yapılan bir takım devrim ve inkılaplarla toplumun zihnindeki İslam düşüncesi, yerini seküler, materyalist bir anlayışa bırakmıştır. Deli gömleğini giymeyi reddedenlere ise döve döve, cebren ve ikrah-ı mülcî ile giydirilmiş, zihinler iğdiş edilmiştir. İşte özellikle 37 den sonraki anayasadaki laiklik ilkesi öylesine vurgulanarak ve vurularak, Müslüman toplumun zihnine sokulmuş ki artık insanlar Müslümanım demekten, İslam anlayışına göre düşünmekten utanır, korkar hale gelmiş. Ve 90 yıllık süreç içerisinde bu deli gömleğini zihninden çıkarmak isteyenler de bastırılmış, susturulmuş, zulme maruz kalmıştır.
Günümüze geldiğimizde kendisini laik olarak tanımlayan ve zihin dünyası tamamen laiklik deli gömleğine sıkıştırılmış büyük bir kitle ile karşı karşıyayız. İşin tuhaf tarafı artık insanlar hangi siyasi düşünceden, hangi inançtan olursa olsun tamamen o zihnindeki deli gömleğinin bilinç altına yapmış olduğu baskıyla hayatını yaşıyor ve yönlendiriyor. Bugün geldiğimiz noktada kendisini dindar, muhafazakar olarak nitelendiren, hatta İslam'ı en iyi kendisinin yaşadığını iddia eden birçok kimse bile laik bir zihin dünyasıyla hayatını yaşamaya devam ediyor. Kabaca laikliği zihinlerimize bir deli gömleği olarak şu anlayışla geçirdiler. "Din ve devlet işlerinin ayrılması" bu tarifin halka yansıması tamamen seküler, pozitivist, materyalist bir anlayışla "din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması" şeklinde gerçekleşti. Artık beş vakit camide namazını kılan kimselerin camiden çıktığı zaman, dini camide bırakıp laik bir zihni düşünce ile dünyasını yaşama/kazanma anlayışıyla hareket ettiğine şahit oluyoruz. Artık ticaret, siyaset, aile hayatı, komşuluk ilişkileri vb. hususların dinin kapsamı dışında değerlendirildiğini görüyoruz. 5 dakika önce camiden çıkmış veya namaz kılmış insanların rahatlıkla, dedikodu, gıybet yapabildiklerini ve yalan söyleyebildiklerini ya da yalan yemin edebildiklerini, şans oyunları oynayabildiklerini, rüşvet alıp-verip, torpil yapabildiklerini görüyoruz. Ramazan'da oruçlu ağızlarıyla insanların gidip faiz alıp verebildiklerine şahit oluyoruz. Hacca, umreye gitmiş gelmiş insanların tesettürsüz bir şekilde hayatlarını idame ettirdiklerini görüyoruz. Geldiğimiz noktada neredeyse toplumun bütün kesimleri artık bu deli gömleğini bir kıyafet gibi üzerlerinde taşımaktan memnun ve mesrur olduğuna şahit oluyoruz. Halbuki bizim inanmış olduğumuz İslam dininde; "Bu din işidir, bu dünya işidir." diye ayırabileceğimiz hiçbir alan yoktur. Zira İslam dininin kitabı Kur'an-ı Kerim'de: "yürüyüşünde tabii ol!" ve "yeryüzünde böbürlenerek, kibirlenerek yürüme!" ayetleri var ise; yürümek ile ilgili ahlaki ilkeler koyan ayetler varken biz yürümenin dinin karışmayacağı bir dünya iş olduğunu söyleyebilir miyiz? Veya evlenme, boşanma, giyinme, konuşma, miras paylaşımı, ticaret, siyaset, adalet, borç verme, insanlar arası ilişkiler, mahkemede şahitlik ve aklımıza gelebilecek diğer bütün konularda, hatta ve hatta çocuklarımızın bizim yatak odalarımıza nasıl gireceğine dair bile ayetler var ise o zaman İslam dini, laiklik denilen deli gömleğini zihinlerimizden yırtmayı emreden bir dindir.
Bugün toplumuzda 1- Deli gömleğinin yaz-kış, bahar-güz kreasyonlarını bile yapacak kadar, deli gömleğinin modasını üretecek kadar laikleşmiş, sekülerleşmiş ve bunu savunan, bunun siyasetini yapan bir kesim var. Yani, "Türkiye laiktir, laik kalacak..." diye hezeyanlar savuran kesim. 2- Zihninde deli gömleği olduğunun farkında olmadan yaşayan bir kesim var. Ama asıl problem 3. kesimdeki insanlarımız ki bu da; zihninde deli gömleği olduğunu bile bile bundan hiç rahatsızlık duymadan yaşayan kesim. İşte bu 3. kesim aynı zamanda kendisini muhafazakar, dindar olarak tasavvur eden kesim. Ama nedense zihnindeki deli gömleğinden hiçbir rahatsızlık duymadan yaşamaya devam ediyor. İslam dini hayatın bütün alanlarını kapsayan, hayatın bütün alanları ile ilgili hukuki ve ahlaki ilkeler koymuş olan ve Allah Resûlü (SAV) tarafından da bu ilkelerin hayata nasıl aktarılacağı bize öğretilmiş olan bir dindir. Onun için bizler, eğer bu topraklarda yeniden İslam'ın ihyasını hedefliyorsak, öncelikle zihinlerimizde ki "din işi ayrı dünya işi ayrı, din dünyaya karışmaz" şeklindeki deli gömleğini yırtıp atmamız ve İslam'ı camilerin 4 duvarına hapsetmekten kurtarmamız gerekiyor. Yoksa daha şu soruyu kendi kendimize çok sorarız. "Ne olacak bu müslümanların hali?"