Konya’da organize etmek istediğimiz Birleşmiş Milletler organizasyonu için Avrupa’daki üniversiteler ile görüşmek maksadıyla yaptığım 5 ülke seyahati neticesinde gençliğin içinde bir hastalık misali yayılmış olan Avrupa ve Amerika hayranlığı hakkında bazı hususları kaleme almak istiyorum.
Fransa’da başladığımız bu yolculuğu Almanya, İsviçre, Belçika ve devamında Hollanda’da bulunarak noktaladık. Konsolosluklar, kolejler ve üniversiteler ile görüşürken haliyle bir çok kültür ve toplum ile de etkileşimde bulunarak onları yakından tanıdık. Gözlemlerimi ve deneyimlerimi size aktaracak olursam filmlerden tanıdığımız 40 yıl önceki Avrupa ile günümüz arasında hiçbir fark yok, imari yapı ciddi anlamda korunmuş vaziyette. Batı toplumu 2. Dünya savaşı sonrası hızla kalkınan Avrupa’nın elverişli altyapısının ekmeğini hala yiyor. Mercedes, Porsche, BMW gibi otomotiv devleri başta olmak üzere birçok inovatif teknoloji devi, harp sonrası zor zamanların güçlü insanlar yarattığını ortaya koyuyor. Savaştan çıkan disiplinli, çalışkan ve azimli Alman toplumu coğrafyayı sağlam bir modern zemine oturtarak günümüz Almanya’sının yapıtaşlarını oluşturmuş. Fakat açıkça şahitlik ettim ki bugünkü Avrupa gençliği uzay boşluğunda bir karadeliğe doğru hızla ilerliyor. Almanya Federal İstatistik Dairesi (Destatis) tarafından yapılan açıklamada, ülkede 8.3 milyonun 15-24 yaş arasında olduğu, böylelikle bu yaş arasındaki gençlerin toplam nüfusun yüzde 10’unu oluşturduğu belirtildi. Gezerken sokaklarında çoluk çocuk göremediğimiz Avrupa’da genç nüfus en düşük seviyede. Avrupa Birliği’ni birlik yapan Almanyanın nesli yavaş yavaş eriyor.
Alman Toplumu Varlığını Yitiriyor
Halihazırda sayısı az olan bu genç popülasyon sağlam temellerde yetiştirilemiyor. İşçi kesimindeki yetersizlik hat safhada. Dünya Seyahat ve Turizm Konseyi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, AB’de bu yıl 250 bin turizm işçisi sektörde eksik olacak, bu da altı işten birinin doldurulamayacağı anlamına geliyor. Toplamda, AB’de 1.2 milyon açık pozisyon olacak: Sadece Fransa’da 71 bin iş pozisyonu boş kalacak. En çok etkilenen sektörler arasında ise neredeyse her üç boş pozisyondan biri ile havacılık sektörü yer alıyor. Doldurulamayan işçi kesimindeki istihdam, haliyle Türk, Arap, Hint, Pakistanlı nüfus sayesinde karşılanıyor. Doğum oranlarının ciddi anlamda düşük olduğu Alman toplumu gün geçtikçe varlığını yitiriyor. Fransa ve Almanya’da azınlık kesimler yüksek genç ve çocuk sosyalitesiyle iktisadi ve sosyal anlamda hakimiyeti eline almaya başlamış durumda.
AB Üyeliği Mantıklı Bir Tercih Değil
Hindistan, Çin, ABD ve Afrika gibi piyasalar Türkiye’yi beklerken dünyadaki ticari döngünün yalnızca %6’sına sahip Avrupa Birliği konusunda Türkiye’nin üyelik fikri anlamsız ve isabetsiz bir istek olarak karşımıza çıkıyor. Gün geçtikçe kontrolünü Çin piyasalarına kaptırıp elindeki otomotiv gücünü de yükselen Çin ve diğer uzak doğu firmalarına kaydıran AB için uzun vadede iktisadi istikrar söz konusu değil. Günümüzde dünya ülkelerine araba ve ilaç satmaktan başka bir gelir kaynağı olmayan Almanya’nın bu güçlü yapısını bir bu kadar daha sürdürebilmesi ekonomistler tarafından öngörülen bir durum değil.
Avrupa, artık hasta Avrupa
Daktilodan çağrı cihazına, fax’tan bilgisayara kadar uzun bir serüvende peşpeşe teknolojik inovasyonlar ortaya koyan medeniyetin beşiği (!) dediğimiz batı, artık tarihin akışını etkileyecek icatları topluma arz edemiyor. ‘’Alman malı’’ denilince yüksek kaliteli ürün olduğunu akıllarda canlandıran ürünlerin tamamıyla aynıları, hatta kimi zaman çok daha kalitelisi, dünya pazarında yer almaya başladı. Birçok güçlü Avrupa şirketinin tamamıyla veya büyük bir oranla Çin’e satılması, Afrika pazarında Çin’in kahir ekseriyetle varlığı, iş gücü faydasıyla şirketlerin fabrikalarının tamamını Çin’e kurması gibi faktörler ile görebiliyoruz ki; üretime dayalı ekonomisi ve çalışkan toplum yapısı ile sanayi devriminden bu yana dünyada teknoloji ve endüstride söz sahibi olan Avrupa, artık hasta Avrupa.
ABD-Çin arasındaki gittikçe artan gerilimin arasında da başka bir sebep aramamak gerekiyor. ABD’nin Çin’e olan trilyonlarca dolar borcu, elektrikli araba pazarının Çin’e kayması ve neticesinde daralan AB piyasası Almanya’yı tamamen kıskaca almış durumda. Fransa ekonomisinde ziller çalarken kriz Almanya’nın da kapısında. Dolayısıyla Avrupa Birliği bir ayrılığa veya sona doğru gidiyor. Bu duruma karşı Türkiye’nin ciddi şekilde tedbirlerini alması gerekmekte.
Toplumsal Birlik Namına Hiçbir Bağ Görülmemekte
Gerileme yalnızca iktisadi değil. Kültürel bakımdan da Avrupa’nın korumakta olduğu Hristiyan değerler, sosyal ahlak yapısı, disiplin esası da erozyona uğramakta. Saat 18’de evlere tıkanıp panjurlarını kapatan, kendisinden başka kimsenin iyiliğini ve sağlığını gözetmeyen Avrupalılar için siyasi bir ‘’birlik’’ söz konusu olabilir fakat toplumsal birlik namına hiçbir bağ görülmemekte. Gezerken sağından solundan Türkçe ve Arapça sesler duyduğunuz Almanya sokaklarında artık Alman bulmanız biraz güç. Münih’teki bir akrabamızın evindeki misafirliğimizde bize yukarı katta yaşlı birisinin oturduğunu söylediler. Bir almanın yaşantısına yakından tanıklık etmek için bir mahsuru yoksa ziyaret etmek istedik ve Türkiye’den getirmiş olduğumuz Türk lokumu ve helva ile evine gittik. 86 yaşındaki kadına alt komşunun akrabası olduğumuzu, Türkiye’den geldiğimizi söylemem üzerine kadın ağlamaya başladı. ‘’Evime 25 yıl sonra ilk defa bir aile ziyarete geliyor’’ dedi. Onun da kahve ve çikolata ikram etmesinin ardından kimsesi olup olmadığını sordum. Kocası ve kızının resimlerini göstererek kızının yalnızca Noel bayramında evine kartpostal gönderdiğini söyledi. Ölüm haktır, sen öldüğünde kimin haberi olacak? Diye sorduğumda ‘’Karşı dairede yaşlı bir kadın var, o da ben de her gün perdeleri yarım açıp gece kapatıyoruz. Bir gün perde açılmazsa öldüğünü anlayacağım. Her gün İsa’ya dua ediyorum umarım önce ben ölürüm yoksa ne olur bilmiyorum’’ cümlelerini kullandı. Yalnız yaşama verilerine bakıldığında İskandinav ülkeleri başta olmak üzere Avrupa bölgeleri listenin ilk sıralarında yer alıyor. Yeni nesil, aileden bağımsız bir şekilde herhangi bir otorite ve kontrol altında kalmadan yaşamaya hevesli.
Eriyen Aile Yapısını Teknoloji Kurtaramıyor
Aileler mahalleleri, mahalleler şehri, şehirler ise ülkeyi meydana getirir. Aile yapısının çatlaması durumunda endüstri ne kadar gelişmiş, teknoloji ne kadar ilerlemiş olursa olsun devlet sistematiğini çalıştıracak olan daimi aile yapısıdır. Dış piyasalarda gücünü yitiren Avrupa, içeriden de kırılmaya başladı. Dünya Sağlık Örgütü, LGBT hakkındaki eğitimlerin ilkokul seviyesine kadar indirilmesini önerirken, Kaliforniya eyaletinin aldığı karara göre cinsiyetini değiştirmek isteyen bir ‘’çocuğa’’ ailesi müdahale ederse veraset aileden alınıyor. 1930 Almanya’sında inşa edilen binaların tepesinde LGBT bayrakları sallanıyor. Hastalık gün geçtikçe batı toplumunda yayılmaya devam ederken aklımıza Batı Roma’nın da aynı sebepten ötürü yıkıldığı geliyor.
Birileri kaybederken Türkiye kazanacak.
Darbelere, savaşlara, terör örgütlerine, küresel müdahalelere dayanmış Türkiye için artık ekonomik sarsıntılar tırs gelir, tırs gider. Bu memleketi ne patates soğan, ne kira artışı ne de asgari ücret yıkar. Ringde yıkılmayan, daima dik duran boksör mutlaka şampiyon olur. Birileri kaybederken Türkiye kazanacak. Dayan Türkiye’m!