DAHA ZOR GÜNLERE DOĞRU

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Küresel ekonominin tüm aktörleri, ABD ekonomisinin reel kanadı ile finansal ayağını temsil eden FED’deki gelişmeleri dikkatle takip etmektedir. ABD ekonomisinde, iktisat literatüründe toplam talep ve/veya toplam arzda meydana gelen ani ve olağan üstü değişmeler şeklinde ifade edilen şoklar olmadığı müddetçe, tüm global ekonomi kamuoyu, Aralık ayındaki toplantıda faiz artırımına gidileceğini beklemektedir. Öncelikle gelişmekte olan hatta bunların arasında özellikle cari açık veren ülkeler, daha bir itinayla gelişmeleri gözlemleyerek, olası durumlar karşısında nasıl iktisadi, siyasi ve sosyal reaksiyon gösterecekleri ile sonuçlarının neler olabileceği üzerine kafa yormaktadırlar ve bunu yapmaya da mecburdurlar. İhracat, ithalat, hizmet gelirleri ile hizmet giderlerinin sonucunu yansıtan sıfır, pozitif ve negatif değerler alabilen cari dengesi genellikle negatif olan gelişme yolundaki ülkeler, borçlanmak zorundadırlar. Cari açık veren gelişmekte olan ülkeler için FED’in uygulamaya koyacağı faiz artırım kararının önemi burada başlıyor. Yirmi beş baz puan artırım yapacağı beklentisinin gerçekleşmesi durumunda, küresel sermayenin ciddi bir oranda güvenli limanlara dönmesiyle borç paranın maliyetinin artması, ülke ekonomilerini doğrudan etkileyen bir faktördür. Hem büyümek hem de kalkınmak gibi iki işlevi aynı anda yerine getirmek durumunda kalan gelişmekte olan ülkeler, yapısal sorunlarını çözmenin zorluklarını da aşmalıdır. Enflasyon, işsizlik, istikrarsız büyüme, teknolojik fakirlik gibi sorunları aşmaya çalışırken aynı zamanda siyasi ve toplumsal krizlerle de boğuşup çözmeyle karşı karşıya iken, bir de daha yüksek maliyetlerle de ancak borç bulabilmektedirler. Bu realiteyi bir kenara not edip, bundan sonra herkes atacakları adımları hesap etmelidirler.

          ABD ekonomisi verilerinin önemli bir kısmının Aralıkta faiz artırımını destekleyecek şekilde açıklanması, beklenen sona hazırlıklı olunmasını net bir şekilde ortaya koymuştur. PMI endeksinin yüksek gelmesi, Clinton’un Kasım seçimlerinden zaferle çıkacağına inanılması ve en önemlisi ABD ekonomisinin AB, Japonya ve Çin gibi büyük ekonomiler içinde en sorunsuz ülke olması faiz artırımına gidilmesini hemen hemen  kaçınılmaz kılmaktadır. ECB, AB ekonomisini parasal genişleme için her ay piyasaya arz ettiği 60 milyar euroyu 80 milyar euroya çıkarmasına rağmen, enflasyonu ve genel ekonomik görünümü durgunluktan kurtarıp söylenilen hedeflere ulaştıramadı. Almanya ekonomisiyle ilgili imalat ve hizmet sektörü verilerinin iyi kabul edilecek düzeyde gelmesine rağmen AB’nin tamamına yönelik iyimser bir havanın oluşmasına yetmemektedir. Enflasyonun sürekli hedeflenenin oldukça altında kalması nedeniyle gevşek para politikası uygulaması süresinin Mart ayına kadar uzatılma sinyallerinin yayılması, bu görüşü destekler niteliktedir. Aynı şekilde Japonya’nın yıllardır durgunluktan çıkamayıp %2 civarında enflasyon oluşturacak şekilde piyasanın canlandırılamaması da, küresel ekonominin geleceğiyle ilgili karamsarlığı artıran bir diğer faktördür. Çin’in %10’larla özdeşleşen büyüme oranının %6’lar düzeyinde süreklilik göstereceğinin anlaşılması, dünya ekonomisine olan talebinde düşmesi anlamına geleceği için durgunluğu tetikleyebilecek bir tehlike oluşturmaktadır.  

          Küresel ekonominin önemli aktörlerinden biri de, fiyatının düşme trendinden çıkıp şimdilik yerinde sayma ve sonraki dönemlerde ise 60 dolara tırmanma sürecine girmesini beklediğim, petroldür. OPEC ülkeleri ve üye olmayan ama güçlü petrol üreticilerinin yaptıkları resmi ve gayri resmi toplantılar sonrası açıklamaları, arzı sabit tutma ve azaltma isteklerini yüksek perdeden dillendirmeleri, artık petrolün orta vadede bir daha 30 dolarlar seviyesine düşmesini zorlaştırmaktadır. Üstelik petrol çıkarma maliyeti 50 dolar civarındaki ve üretimlerini petrol odaklı merkezleyip çeşitlendiremeyen ülkeler bundan sonra arz edecekleri petrol miktarı konusunda yoğurdu üfleyerek yemek zorunda kalacaklardır. İmalat sanayisi gelişmemiş, sadece petrol gelirleri kamu ve tüketim yatırımları ile sürdürülebilir büyümeyi başarmaları olanak dışıdır. Söz konusu ülkelere zaman kazandırmaktan, sorunları ötelemekten başka bir işe yaramayacaktır. Küresel ekonominin koynunda beslediği önemli sorunlardan biri petrolün fiyatlarının başını yukarı doğru kaldırmasıdır. Türkiye bu açıdan bakılınca, fırsatı kaçıran ülkelerdendir. Enerji ithal etmek zorunda olan ve petrolün fiyatının 110 doları görüp 28 dolara kadar düşmesini kalıcı değil ancak geçici fırsata çevirebilen ülkemiz için, tren kaçmıştır. Enerji harcamaları yarıya inmişken cari açığımızı 28 milyar doların altına düşüremememiz, enflasyon ve işsizlik oranını sırasıyla %3 ve %6’lar düzeyine indirilememesi, çarpan etkisi yapacak ileri teknoloji ve kamu yatırımları alanlarında yatırım yapılmaması, başta iktisadi olmak üzere siyasi, toplumsal, hukuksal ve demokratik alanlarda aysbergin görünen yüzü misali ülkemizin sorunlarının görünenden daha ciddi olduğu ortaya koymaktadır.

          Ülkemizin an itibariyle yaşadığı sorunları; tüketici, reel ve sektörel güven endekslerinin gerilemesi, imalat sanayinin gelişimini ikame edecek şekilde çarpan etkisi nispi olarak düşük olan konut satışlarının artması, enflasyonun %4’ler düzeyine düşürülemeyip sanki %7.5 gibi bir orana takılı kalmasının başarı sayılacağının kamuoyuna pompalanması unsurlarının üzerine, ülke olarak daha yakından duyduğumuz Suriye, Irak merkezli savaş ortamının, ülke içi ve dışında ortaya çıkardığı siyasi çekişmeleri sertleştirip sorunları derinleştirmesi şeklinde sayabiliriz. Ülkemizin yaşadığı bu sorunlara, ABD, Rusya başta olmak üzere bir çok AB ülkesi tarafından gizli-açık desteklenip palazlandırılan terör örgütlerinin başta orta doğu olmak üzere dünyayı ateş topuna dönüştürmesi, küresel reel ve finansal ekonomiyi durgunlaştırmaktadır. Küresel ekonomik durgunluk, her ülkenin her konuda işlerinin daha da zorlaşmasıyla eş anlamlıdır.       

 

          Soru: İktisadi istikrarsızlık siyasi istikrarsızlığı tetikler mi? Neden? 

          Sözün Gözü: Şerefli kişi durumun değil doğrunun gösterdiği yolda ilerler, vice versa.