Yığınla eşya var hayatımızda ve yığınla aygıt. Biriktirmek ve tüketmek üstüne kurduğumuz düzenler çokça eşya almamızı salık veriyor. Gittikçe daralan bir dünyada eşyaya hükümdar olduğumuzu zannetmenin heyulası içindeyiz. Şimdinin çağı elektronik aygıtlarla donattı etrafımızı ve her bir aygıt “daha hızlı daha kolay” hükmüyle yer buldu yanı başımızda.
“Hangi eşyandan vazgeçebilirsin” diye sordu ermişlerden biri “onlar beni bırakır mı” diye cevap verdi Paşam. Oysa eşya benim hizmetimde olduğu sürece, yerini ve haddini bildiği sürece basit ve sıradan, gerektiği kadar ve yeterince yer alabilir “almalı” hayatımda.
Hâlbuki hızlanmamı daha hızlanmamı emrediyor çağın söz sahipleri. Neye yetişeceğimizi söylemeden, nedenini sorgulatmadan hızlı olmanın gereğinden ve mecburiyetinden dem vuruyorlar. Yığdığımız eşyaların bunun için gerektiğine de bizi ikna ediyorlar. İkna edilmiş insan yığınları daha hızlı ve daha çok eşya ile koşmaya başladılar. “Bu koşuşturmanın sonu çıkmaz sokak olabilir mi” suali kimsenin aklına gelmiyor. Aklına gelenler var lakin onların sesi de homurdanarak hareket eden eşyanın sesiyle bastırılıyor.
Evlerimiz küçülüyor, mekânlar eşya ile daralıyor, şehirler binalarla doluyor. Bir zamanlar gökyüzünün engin sonsuzluğuna bakıyordu insan, okyanusların denizlerin, uçsuz bucaksız ovaların, ihtişamlı dağların sonsuzluğunda sakinleştiriyordu gönlünü. Bu kadar gürültülü değildi, bu kadar mekanik ses yoktu kulağımızın dibinde.
Çağın çocuklarına hızla büyümelisin, çabucak ergen olmalısın, hızın kadar yaşarsın, biran evvel büyü işini kur, hayatına bak diyen biz büyükler, daha hakiki manada çocukluğunu yaşayamamış bireyler yetiştiriyoruz. İşin garibi hızla büyüyüp çabucak adam olan çocuklar, bu nakıs kalan kısmı eşya ile doldurmak zorunda kalıyor.
Sıradan bir mutfakta “hepsi lazım” kodlamasıyla onlarca farklı alet edevat, eşya, elektronik aygıt saymak olası lakin yığınla insan bir fincan kahvenin neden kırk yıl hatırı var inceliğini hatırlayamıyor, demli bir bardak çayı ağız tadıyla içemiyor… Yetişeceğimiz randevular, gecikmekten ürktüğümüz işlerimiz var. Yazılacak sosyal medya mesajları, takip edilecek ekran sahipleri var. Ekrana dalıp içmeyi unuttuğun o son bardak çay çoktan soğudu azizim.
Biz hızlandıkça vakit yetmiyor hayata. Akıp giderken ömür, bir siluet halinde geçip gidiyor onca insan yüzü. Çoğunu tanımıyor, tanıştıklarımıza yeterince vakit kalmıyor. Oysa insan “insanla” var olup yaşar ve insanla anlaşır. Demlenmiş dostluklara, yıllanmış yarenliklere, hesapsız arkadaşlıklara çokça muhtaç çokça hasretiz.
Sade ve ağır yaşamalı azizim… Eşyanın mekâna hükmetmesine müsaade etmemeli. İnsan gönlünün yüksek zirveleri, sevginin engin vadileri, muhabbetin sonsuz neşesi eşyanın çokluğuna ve tüketmenin hazzına kurban gitmemeli.