Ulaşım ve iletişim alanında zaman ve mekân kavramlarında buharlaşma, hayat standartlarında iyileşme ve bilgiye ulaşmada hızlılık gibi nimetleri ile birlikte külfetlerini de beraberinde getiren küreselleşme olgusu; Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra uluslararası sistemde yaşanan istikrarsızlıklar; 11 Eylül sonrası meydana gelen gelişmeler; savaşlar, barışlar, çatışmalar, uzlaşılar… kısaca uluslararası ilişkilerde cereyan eden ve dünyayı güvenli bir yer olmaktan çıkarmaya namzet gelişmeler karşısında barış ve refahı sağlamak, kolektif güvenliği temin etmek ve uluslararası uzlaşıyı gerçekleştirmek, tüm dünya ve insanlık için bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Büyük ölçekli ölümlere, yaşam şansının düşmesine ve uluslararası sistemin temel aktörü olarak kabul edilen devletlerin zayıflamasına sebep olan her olay ya da gelişme, uluslararası barışa ve güvenliğe bir tehdit olarak tezahür etmektedir. Şimdi ve gelecek onlarca yıl boyunca ilgilenilmesi zorunlu konular ve bu çerçevede her bireyin omuzlarında bir “yük” olarak duran çözüm noktasında paylaşılması zorunlu sorumluluklar itibariyle yeryüzünü ve insanlığı ilgilendiren bazı tehditler bulunmaktadır. Fakirlik, bulaşıcı hastalıklar, çevresel tahribat, devletlerarası çatışmalar, iç/sivil savaşlar, soykırımlar ve büyük ölçekli mezalimlikler, nükleer, radyolojik, kimyasal ve biyolojik silahların yaygınlaşması, terörizm ve uluslararası organize suçlar, bahsedilen bu tehditler arasında yer almaktadır.
BM Genel Sekreterliği’nin 2004 yılında yayınladığı “Daha Güvenli Bir Dünya: Paylaşılan Sorumluluğumuz” isimli raporuna göre, 1990’dan beri gelişmekte olan ülkelerin kişi başına düşen geliri yıllık ortalama % 3 artarken, bazı bölgelerde fakirlik sınırında yaşayan insanların sayısı 100 milyondan daha fazla bir rakama ulaşmıştır. En azından 54 ülkede kişi başına düşen gelir azalma eğilimi göstermektedir. Her yıl yaklaşık 11 milyon çocuk önlenebilir hastalıklardan ölmekte ve 1.5 milyondan fazla kadın hamilelik veya doğuma bağlı olarak yaşamını yitirmektedir. Artan fakirlik, pek çok ülkede küresel eşitsizlik ve gelirin adaletsiz bölüşümü ile daha da yükseliş eğilimi göstermektedir.
Geçen 30 yıldan fazla bir zamanda dünya, yeni bulaşıcı hastalıkların tebarüz bulmasına, uzun süre önce vücut bulan bazı hastalıkların tekrar yeniden zuhuruna ve antibiyotik hap kullanımı sayısının artmasına şahit olmuştur. Buna rağmen günümüzde AIDS’e ve HIV virüsüne karşı uluslararası tepki şok edercesine düşüş kaydetmekte ve bir hastalık kaynağı olarak telakki edilmektedir. Çevresel tahribat ise potansiyel doğal felaketlerin yıkıcılığında ve bazı durumların vukuunu artıran/hızlandıran bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Son on yılda, iki milyardan fazla insan bahsedilen bu felaketlere maruz kalmıştır. Eğer iklim değişiklikleri, akut ağır su baskınlarına, ısı değişikliklerine, kuraklıklara ve fırtınalara sebep olursa, çevresel tahribatın yıkıcı boyutlarının daha artabileceği ifade edilebilir. Fakirliğin, hastalıkların ve çevresel tahribatın bu boyutlarına rağmen devletler ve uluslararası organizasyonlar, fakirliği, hastalığı ve çevresel yıkımı, birbirinden bağımsız olarak düşünmeye ve algılamaya devam ettikleri görülmektedir.
Geçen 60 yıldan fazla bir zamanda dünya savaşlarla yüz yüze gelmesine rağmen, devletlerarasında vuku bulacak bir çatışma tehdidini ise henüz ortadan kaldırmış değildir. Halen Güney Asya’da, Kuzey–Batı Asya’da ve Ortadoğu’da çözülemeyen bölgesel sorunlar, uluslararası barışı ve güvenliği ve özelde insanlığı tehdit etmeye devam etmektedir. Bu sorunlar 40 yıldır çözüm beklemektedir. Bazı bölgelerde devletlerarası rekabet şiddetlenirken veya körüklenirken, bu savaşların sona erdirilmesine dönük çabalar ise gittikçe daha çok zora girmiştir. Buna ilave olarak, uluslararası organize suçlar veya terör eylemleri, devletlere ve toplumlara yönelen, insanoğlunun güvenliğini sağlamasında ve devletlerin, hukuku ve düzeni tesis etmesinde ve korumasında en mühim sorumluluklarını yıpratan ve alttan kemiren bir tehdittir.
Organize suç örgütleri (çocuk tacirleri, organ mafyası, kadın, silah ve uyuşturucu tüccarları) büyük güvenlik uzantılarına sahiptir. Bu örgütlerin yıllık narkotik trafiğinden 300–500 milyar dolar kazandığı tahmin edilmekte, bazı bölgelerde bu suç şebekelerinde kazanılan paralar, bazı ülkelerin GSMH ile rekabet ettiği ifade edilmektedir. Bu kazançlar ise kimi ülkelerin devlet otoritesine, ekonomik gelişmesine ve hukukunun üstünlüğüne yönelmiş bir tehdit durumundadır. Sonuç olarak, uluslararası barışı ve güvenliği tehdit eden bu problemlerle mücadelede bazı önlemler ve yaptırımlar hayata geçirilmelidir. Bu bağlamda, silahlar, finans, seyahat ve hava ulaşımı gibi alanlarda hedeflenen yaptırımlar liderlerin ve elitlerin üzerinde nominal insancıl sonuçlarıyla bir baskı kuracak ve diğer fikirlere alternatif sağlayacaktır. Uluslararası standartları ve hukuku ihlal edenler izole edilecek ve uygulanacak tutarlı yaptırımlar ve önlemler önemli sembolik amaçlara hizmet edecektir. Bu sorunlarla mücadelede Birleşmiş Milletlerin üstlenebileceği roller, yazı dizisinin bir sonraki bölümünde ele alınacaktır.