Daha adil bir üniversite mümkün!

Şenol Metin

Eğitim-Bir-Sen bu milletin derin tarihi köklerinden beslenen milli, sivil bir harekettir.

Ortak aklı arayan, tecessüm ettiren ve bunu siyasi/bürokratik mekanizmalar ile müzakere eden bir üşünce kuruluşudur.

Akademik Klanların kendini yeniden üretmesine sağlayan rektör seçim sisteminin değiştirilmesi gerektiğine dair 2016 şubatında yaptığımız çağrının 29 Ekim 2016’da hayat bulması ile makul bir önerinin kısa zamanda makes bulduğu görmenin motivasyonunda çalışmalarımızı hızlandırdık.  Bu motivasyon ile yaptığımız sorun tespit toplantıları, beyin fırtınaları, vizyon çalıştayları sonrasında kurduğumuz her bir cümlenin  yükseköğretimin gündemi olması ise daha nitelikli çalışmalarımız için zeminimiz oldu, olmakta…

İlk yaptığımız sorun tespit toplantılarında üniversitenin idari personeli ile akademik personeli arasındaki işbölümünden doğan farkı kasta dönüştüren  hastalıklı zihin ile mücadele edilmesi gerektiği oldu. Ayrımcılığın idari personelde yarattığı travmayı en derinden hissetik. Bu nedenle ‘üniversite idari personeli ile akademik personeli ile bütündür.’ vurgusu üniversite yönetimleri ile yaptığımız tüm ortak kurulların baş gündemi oldu. İdari personel ile akademik personel aynı yemekhanede yemek yiyemez iken hatta WC’ler ayrılmış iken 3 yıllık bir süreç sonrasında ayrımcılık büyük oranda sona erdi. İnsani bir perspektif içselleştirildi. Artık üniversite yönetimleri sadece akademik personelin bayramını kutlamıyor, sadece akademik personele ajanda, saat vermiyor.

Birkaç ay önce hekimlerin kurduğu sendikamsı korporatif bir yapının genel başkan yardımcısının ‘hekimlerimiz, yardımcı sağlık personeli ile aynı WC’yi kullanıyorsa…’ diye başlayan açıklamasını okuduğumuzda ne kadar doğru bir süreç yönettiğimizi daha iyi anladık. İblisi, elitist bu hastalıklı zihniyetle verdiğimiz mücadele ile ayrımcı uygulamaları sonlandırdık, ayrımcılığı akademinin gündeminden düşürmeyi başardık.

Ardından akademinin en alt kademesinde olan araştırma görevlilerinin sorunlarına odaklandık. Araştırma görevlisinin akademik hiyerarşinin en alt basamağı olması yanında lisansüstü öğrenim nedeni ile öğrenci sorumluluğunu da taşıması, danışman hocasının, bölüm başkanının, dekanının hem amiri hem hocası olmasının yarattığı aşırı güç temerküzünün araştırma görevlilerinin memuriyet kimliği ile öğrencilik kimliği arasındaki rol karmaşasını aşmakta zorlanması gibi sorun alanlarına odaklandık. Kadrosunun olduğu üniversite dışında da lisansüstü eğitimine devam edebilmesi için verdiğimiz mücadeleler, araştırma görevlilerinin görev tanımında olmayan özel işler verilmemesi için yaptığımız uyarılar farkındalık üretti. Bazı sorun alanları olsa da büyük oranda bu sorunun da çözüldüğünü görmek sevindirici.

2018’den itibaren iş güvencesi olmayan 50/D statüsünde istihdamın benimsenmesi bir kriz üretse de sendika olarak gösterdiğimiz güçlü refleks ile sorunun farkındalığı sağlanmış, çözüm için çalışmalara başlanmıştır.

Bu alandaki en önemli sorun araştırma görevlilerimizin özgüven  parçalanmasının ürettiği ürkeklik ve  tavır eksikliğidir. Örgütlü davranış kapasitesi yoksunluğudur.

Öncelik verdiğimiz bir diğer alanda;

Akademik yükseltilme yönetmeliklerinin üniversite yapısı ile uyumlu olmayan kriterler üzerine yaptığımız çalışmalar akademik kamuoyunda büyük ilgi uyandırdı, pek çok üniversite eleştirilerimizden yararlandı. Bu da göstermektedir ki akademi, doğru karar alma kapasitesini geliştirmek için Eğitim-Bir-Sen gibi ortak akıl platformlarına muhtaçtır.

Üniversite rankinglerinde yönetmeliğin bir kaldıraç olarak kullanılmak istenmesine dair eleştirilerimiz etkili oldu. Kriterlerin erişilmesi güç belirlenmesine tepki gösterdik. Bir üniversitemizde yaptığımız simülasyonda, senatonun 61 üyesinin ‘ki tamamı profesör unvanlı akademisyenlerimizdir’ 43’ünün bu üniversiteye doktor öğretim üyesi olarak atanamadığı tespitimiz büyük yankı uyandırdı. Senatörün, profesör unvanlı bir akademisyen olarak sahip olmadığı nitelikleri doktorasını yeni bitirmiş bir bilim insanından istemenin ürettiği etik ve meşruiyet problemine dikkat çektik.

Akademik yükselme yönetmeliklerindeki kriterlerin ağırlıklı olarak yayın merkezli olduğunu, araştırmacı akademisyen yeterliliklerini kısmen ölçebildiğini, halbuki akademisyenlerimizin görevlerinin % 90’ına yakınının öğretimsel alana ait olduğunu ve bu yönetmeliklerin bu alana ait bir ölçmeyi içermediğine dair eleştirilerimizi akademik kamuoyunun gündemine sunduk. Bu alanda hala bir çalışma olmasa da farkındalık oluşmuş durumda.

Yayını merkeze alan yönetmeliğe yönelik eleştirilerimiz sonrasında patent, inovasyon, proje gibi başlıklar da yönetmeliklere girmeye başladı.

Paralı, yağmacı yayınlar ile ilgili yaptığımız uyarılar sonrasında hem üniversiteler arası kurul bünyesinde hem de üniversiteler bünyesinde çalışmalar başladı, yağmacı dergiler tasnif edilmeye çalışılsa da yetersizdir.

Batıya yenilmiş psikolojinin mahsulü yabancı dil sorununa da değindik. Özelikle muhafazakar kimliği güçlü üniversitelerde yabancı dilin bir hastalık düzeyinde içselleştirilmiş olmasını yadırgadığımızı belirtmek gerek.

Yine bu çalışmalarda araştırma görevlisi, öğretim görevlisi gibi kadrolarda çalışan genç bilim insanlarımızın doktorasını bitirdikten sonra öğretim üyesi kadrolarına atanmasındaki kadro sorununa dikkat çektik. Cumhurbaşkanlığının 2022/28 sayılı kararı ile öğretim elemanlarının öğretim üyeliğine geçişinde kadro kısıtının kaldırılmasını 3 yıl öncesinden önermiş olmanın haklı gururunu yaşadık. Böylece genç bilim insanlarının  kadro arama sorunu büyük oranda çözüldü. Şimdi ise bir sonraki aşamaya geçmek gerektiğini ifade ediyoruz. Üniversite içi öğretim üyesi atamalarında ilan prosederünün kaldırılmasını, üniversite dışı ilanlarda ise kişi tanımlı ilanın engellenerek sadece ve sadece bilim alanı tanımlamaların olduğu açığa ilan olarak bilinen sistemin tesis edilmesi gerektiğini söylüyoruz.

Bir sonraki yazımız idari personele dair olacak.

‘Üniversite kendi yöneticisini yetiştiremez mi?’ Başlığında…