Cunta ürünü bir kurum; YÖK

Şenol Metin

Türkiye'deki tüm yükseköğretim kurumlarının çatı örgütlenmesi YÖK, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin müktediri Milli Güvenlik Konseyi (MGK) tarafından  6 Kasım 1981'de 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile kuruldu.

Tüm siyasal aktörlerin 12 Eylül cuntasının ürünü olarak gördüğü YÖK;

 ‘YÖK, YOK OLMALI!’ sloganında kendisini bulan ancak hiçbir iktidarın kaldırmaya cesaret edemediği bir çatı yapılanma…

Bugün itibarıyla sayısı 207'i bulan yükseköğretim kurumu, 8 milyonun üzerinde öğrenci, 180 binin üzerindeki öğretim elemanı ile toplumu stabilize veya destabilize etme görevini yürütüyor.

FETÖ gibi kritik süreçlerde üniversite özerkliği kavramı maskelemesinde sorumluluk almaktan kaçınan ve sorumluluğu üniversitelere yıkan, ancak gerektiğinde ‘ordu göreve’ pankartında bir araya gelişi koordine eden koordinatör, çatı kuruluş işlevinin ötesinde bir yapılanma…

Bu yetki ve sorumluluk alanlarının net olarak belirlenmemesi nedeni ile oluşan gri alanlar kötü niyetli yararlanıcılara alan açan bir yapılanma…

Oluş(turul)an gri alanlar ile ilgili birkaç spot soruna dikkat çektikten sonra YÖK’ün resmi web sayfasında 5 Kasım 2021’de yayınlanan  ‘YÖK, 40. YAŞINA YENİ VİZYONUYLA GİRİYOR’ başlıklı (https://www.yok.gov.tr/Sayfalar/Haberler/2021/yok-40-yasina-yeni-vizyonuyla-giriyor.aspx ) açıklamaya dikkat çekmek istiyorum;

İlki Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2004’te uygulamaya koyduğu öğrenci kayıt, nakil, notlama, diploma ve belgeleme süreçlerinin yönetildiği Okul Otomasyon Sistemine dair olacak; Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullar 2004’te e-okul olarak kodlanmış otomasyon programı devreye girmeden önce her bir okul, okul otomasyonu üreten yazılım firmalarına bugünkü rayiçle 10 Bin liranın üstünde ödeme yapardı. O günlerde okul yöneticisi olan arkadaşlarım hatırlayacaktır;

Tam karne basımı haftasında yönetmelik değişikliği ve tabi ki versiyon güncellemeleri gerekirdi, birkaç bin lira daha verirdik. Ta ki 2004’e kadar böyle devam etti. 2004’ten itibaren Milli Eğitim Bakanlığı, tüm okulları birbirine bağlayarak entegre okul otomasyon programı (e-okul) hazırlayarak bugünkü rakamlarla 600-700 milyon TL’nin devletimizin kasasında kalmasını sağladı. Selçuk Üniversitesi 2020 bütçesinin 650 Milyon TL olduğunu düşündüğümüzde büyüklük anlaşılacaktır. Bünyesinde onlarca Bilgisayar Mühendisliği Lisans, Yüksek Lisans, Doktora programı bulunan YÖK’ün bütün üniversiteleri birbirine bağlayacak böylesi bir Öğrenci Otomasyon programını neden hayata geçirmez!

Kapasite yoksunluğu ise vah ki vah!...

Yok, üniversite öğrenci otomasyon yazılım firmalarına ödenen 400-500 Milyon TL ilgili bir kaygı ise vah, vah, vah!..

Öğrenci otomasyon yazılım firmaları ile üniversiteler arasındaki ilişki dışında oluş(turul)an boşlukların bazı yararlanıcılarının olduğunu da biliyoruz.

3 Kasım 2020’de YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç’ın  ‘üniversite sınavlarında ilk 1000'e girenlerden yurt dışındaki üniversitelere kayıt yaptıranlara, pandemi koşulları nedeniyle "Türkiye'deki üniversitelere yatay geçiş olanağı" tanınmasına ilişkin uygulamaya dayanılarak bazı yerlerde usulsüz yatay geçiş yapıldığını doğruladı. Üniversite sınavında 800 bininci olup tıp fakültesine kayıt yaptıranlar olduğuna dair şikayetler gündeme gelmişti.’ Açıklaması bu yararlanıcıların varlığına dair bir kabuldür.

Öğrenci otomasyon programı ile ilgili söylediklerimiz aynı şekilde personel otomasyon sistemi içinde geçerlidir. Aksaray Üniversitesinde yaşanan ‘sahte doçentlik’  skandalı üniversite camiasını bilenler için tekil örnek değildir. Sadece doktora tezlerinin tetkikinde bile çok vahim tablolar ile karşılaşacağımız açıktır.  Doğu Avrupa ve Türki Cumhuriyetler merkezli sahte dil puanları, FETÖ üniversitelerinin vermiş olduğu dil puanları gibi…

Öyle ki TOEFL Merkezi bıkmış olacak ki, Türkiye’den giden dil puanı belgesinin kayıt örneğinin istenmesi yazılarına matbu ‘veri tabanımızda sınav bilgileri 2 yıl süre ile saklanmakta olup…’ cevabını vermektedir. Ama 207 üniversitenin çatı kuruluşu koordinatör kuruluşu YÖK, TOEFL Sınavına dair banka ödeme kayıtlarını istemeyi düşün(e)memektedir. Veya şüpheli durumlarda yeniden sınav talebinde bulunmayı akıl edememektedir.   

Aynı durum Kütüphane otomasyon yazılımları için de geçerlidir. Her bir üniversite birbirinin aynısı veri tabanlarına abone olarak, hatta bazen aynı üniversite birbiri ile % 80 örtüşen 2 farklı veri tabanına abone olarak yükseköğretim sistemimiz yıllık 300-400 Milyon TL’lik bir ödeme yapmaktadır.

YÖK, koordinatör kuruluş ise bütün üniversitelerin yararlanabileceği bir kütüphane otomasyon yazılımı ile merkezi bir planlama ile 300-400 milyonluk harcamayı minimize edebilir.

YÖK, ‘207 üniversitenin çatı kuruluşuyum, koordinatör kurumuyum.’ iddiasında samimi ise,

Üniversite idari personelinin, üniversiteler arası tayin sorunu niye çöz(e)mediğini açıklamalıdır.

Konya’da Necmeddin Erbakan Üniversitesi’nde görev yapan bir memur ile Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde görev yapan memurun hem aynı işi yaptığını söyleyeceksiniz, hem de bunların tayinlerine üniversite özerkliği kavramının arkasına saklanarak karşı çıkacaksınız. Parçalanmış aile dramlarının yaşanmasına sessiz kalacaksınız.

YÖK’ün 50D statüsünde görev yapan Araştırma görevlilerinin sorununu algılayamayışı ve doğal olarak çözüm üretemeyişi dahi tek başına YÖK’ün işlevsizliğinin delilidir.

Özü;

YÖK’te ve üniversite sisteminde bilerek oluşturulmuş gri alanlar vardır, bunların yararlanıcıları çok güçlüdür. YÖK’ün bir kurul olarak bu yararlanıcılarla mücadele kapasitesi yoktur. Daha doğrusu YÖK’ün yükseköğretim sistemine dair paradigması, misyonu ve kapasitesi yoktur. Çünkü varoluş gerekçesi bu değildir. Cuntanın ürettiği bir kurum olarak YÖK’ün;

Bakanlık örgütlenmesi içinde siyasal denetime alınması şarttır.

Yine YÖK’ün Milli Eğitim Bakanlığı’nın Talim Terbiye Kurulu’na benzer ‘standart belirleyen ve denetleyen’ bir kurula dönüşmesi zorunludur.