2017 yılında yapılan Anayasa değişikliğinin 16 Nisan’da halkoyuna sunulması ve toplumun üçte ikisinin onayıyla yürürlüğe girmesiyle uygulamaya konulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi henüz üç buçuk senelik bir uygulama geçmişine sahip.
Bu sürenin iki yılının pandemi dönemine denk geldiği düşünüldüğünde sisteme dair sağlıklı değerlendirme yapmanın ve acımasızca eleştiri yöneltmenin mümkün olmayacağı aşikârdır.
Muhalefet sürekli olarak bu konu üzerinde odaklanmak suretiyle toplumda bir algı oluşturmak istiyor. Büyük bir haksızlık içinde olduklarını ifade etmek gerekiyor.
İyi niyetli olmadıkları çok açık biçimde belli olan bu yaklaşımı toplum ne kadar takdir ediyor sorusunun cevabından emin değilim. Biliyorum ki, ekonomideki olumsuzlukları, siyasetteki sorunları ve uluslararası sistemdeki sıkıntıları sisteme yüklemek mümkün değil.
‘Tek adam’ söylem ve algısını oluşturup, hayali birtakım önyargılarla sistem eleştirisi yapıyorlar. Oysa bugün eski sistem olsaydı, daha iyi durumda olabileceğimizin bir garantisi bulunmuyor.
Kim, hangi bilgiye dayanarak bunu iddia edebiliyor?
Sistem açısından bu kadarlık bir sürede ancak bu başarılabilirdi. Yeni bir sistem kurmak kolay değil. Davranış ve alışkanlıklar kısa sürede değişmiyor.
Türkiye ve dünyanın bu sıkıntılı döneminde başbakanın ayrı bir tarafa, cumhurbaşkanının bambaşka bir yöne çektiği bir sistem ülkeyi vahim durumlara sürükleyebilirdi. İki başlılık ülkeye çok daha derin yaralar açabilirdi. Bunu hem Ak Parti hükümetlerinde hem de önceki dönemlerde tecrübe ettik.
Geçtiğimiz haftalarda Maliye bakanının görevi bırakmasının hangi noktalara çekildiğini gördük. Bugünkü sistemde bakanlar bürokrattan farklı değiller. Aslolan cumhurbaşkanı, çünkü seçilmiş olan o. Cumhurbaşkanı isterse bakan yapar, isterse görevden uzaklaştırır.
Kamuoyuna yansıyan haksız değerlendirmelerin bir kısmını iyi niyetli olması beklenen insanlar yapıyor. Sistem her türlü kötülüğün kaynağı olarak görülüyor. Bu ise, tek taraflı ve son derece tehlikeli bir yaklaşım.
Sistem eleştirilebilir. Akabinde revizyona da gidilebilir. Fakat tüm günah sisteme aittir demek doğru değil.
Esasen bu eleştirinin temel hedefinde cumhurbaşkanı olduğunu biliyoruz. Demokratik yollarla iktidardan uzaklaştıramayacaklarını gördükleri cumhurbaşkanını sistem eleştirisi üzerinden götürmek istiyorlar. Taktik bu.
Asıl anlaşılması mümkün olmayan kesim Ak Parti’ye gönül verip de muhalefetin söylemine takılanlar. Rakiplerin değirmenine su taşıyorlar; hem de bilinçsizce.
Oysa bu dönemde ülke, neredeyse Osmanlı’nın son yüzyılındaki gibi, içeriden ve dışarıdan saldırılara maruz kaldı. Bölücüler, hainler ve rakipler taarruza geçtiler.
Son iki yılı hep beraber yaşadık. Kapanmalar, sosyal ve ekonomik destekler, vaka sayıları, askeri saldırılar, uluslararası sistemde rekabet, bölücülerin tezviratları, operasyonlar vs. Bu gelişmeler, saldırılar ve karalamalara rağmen, sistemden dolayı ekonomi bozuldu demenin bir gerekçesi yok.
Muhalefet bilinçli bir şekilde aynı noktaya vururken, Ak Parti’nin yeterli ve sağlıklı bir strateji çerçevesinde kendisini anlatabildiği söylenemez. Eleştirileri yeterince dikkate almıyor ve ön kesici argümanlar geliştiremiyor. Metal yorgunluğu bu olsa gerektir.
Televizyonlarda bolca boy gösteren, ‘yandaş’ diye tanımlananlarsa faydadan çok zarar veriyorlar. Tanıtım ve ilişkiler televizyonlardaki tartışmalara havale edilmiş durumda.
Sistemi ve yönetimi savunma görev ve sorumluluğu birilerine bırakılmış. İyi anlatılmayan bir sistemle ilgili toplumda kafa karışıklığı ortaya çıkıyor.
Aynı durumun diğer alanlarda da mevcut oldu söylenebilir. Kendini anlatamayan bir partiyi dışarından birilerinin savunması imkânsız.
Kamuoyuna yansıyan yolsuzluk, duyarsızlık, tepeden bakma eleştirilerini de aynı kategoride değerlendirmek gerekiyor. Sorun sistemde değil, insanlarda. Sadece cumhurbaşkanına ya da dar bir kadroya bırakılan savunma görevinin tüm aktörlere yayılması gerektiği görülüyor.
Ak Parti bunu yapmak zorunda: Yöntemini ve araçlarını gözden geçirmeli.