İslam, getirdiği dinamik hukukî yapısıyla çağlar üstü bir seyir takip ederek her çağa damgasını vuran bir dindir. İslam, aynı zamanda değişmeyen sabitleri ve değişen dinamikleri ile hayatı tümüyle kucaklayan bir nizamdır.
“Zarûrât-ı diniyye” denen dinin değişmez kuralları dünyanın her yerinde geçerlidir. Bunlara ilave ve çıkarma yapılamaz. Sayın Cumhurbaşkanımız 20 Ekim 2020 Salı günü İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısına katıldığı video konferansta bu konuyla ilgili şunları söyledi: “Dinin alanını genişletmek ya da daraltmak gibi özden uzak girişimler yerine dinin özünü anlamaya ve idrak etmeye yönelmek yeni kapıların açılmasını muhakkak beraberinde getirecektir.”
Cumhuriyetin tosuncukları, dayattıkları gayr-ı milli eğitim sisteminde “Din işi ayrı, devlet işi ayrı, din bir vicdan işidir, herkes kendi özelinde, evinde istediği gibi dinini yaşayabilir. Başörtüsü dini bir semboldür, üniversiteye ve diğer kamusal alanlara onunla giremezsiniz” diye İslam’ı hayattan kopararak vicdanlara mahkûm ettiler. Onlar adına ne garip ve İslam adına sevinilecek bir durum ki, aynı Cumhuriyetin yeni Cumhurbaşkanı da Kitab’ın ortasından şunları söylüyor: “Aşırılıkla mücadele kisvesi altında terörle mücadeleden ziyade zulme tepki vermeyen, zalime ses çıkarmayan, pasif, pısırık, korkak, iddiasız bir Müslüman vatandaş profili hedefleniyor. Dinin sadece evde yaşandığı, sokakta, işyerinde, çarşıda, sosyal hayatta dine, dinî prensiplere, dinî sembollere müsaade edilmediği İslam karşıtı bir sistem kurulmak isteniyor. Dinin devlet eliyle kontrol edildiği, baskı altına alındığı, çok daha vahimi biçimlendirilmeye çalışıldığı bu sistemin adı demokrasi değil, totaliterliktir. Hiçbirimizin, hiçbir Müslüman ülkenin böyle bir hadsizliğe rıza göstermesi mümkün değildir. Dışardan sistemli şekilde yürütülen saldırılar, içerden bu saldırılara zemin hazırlatan hatalar, dinimizin ruhuna asla nüfuz edemeyecektir.”
Dinin hurafeden arındırılması ve orijinalliğinin korunması, hayatî bir öneme haizdir. Bugün sahih İslam’ın anlaşılmasında, dine zam yapan ilkel bidat ve hurafecilerle, dinden indirimde bulunan/dinde olanları yok sayan çağdaş, modernist bidat ve hurafeciler engel teşkil etmektedir. Bu konuda da Milli Lider Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan şu altın sözleri söylemiştir: “Ülkemizden başlayarak tüm dünyada sahih İslam anlayışının yayılması ve dinimizin hakikî mesajlarının duyurulması büyük önem arz ediyor. Yeni medya araçlarını kullanarak bu konuda hepimizin gayret sarfetmesi gerekiyor. Müslümanların içinde bulunduğu bu üzücü manzara, emperyalistlere ve İslam düşmanlarına cesaret vermektedir.”
Bu gerçekleri haykıran bir Cumhurbaşkanının ülkesinde hâlâ eski Türkiye’de yaşıyormuş gibi korkarak, çekinerek, “Ben bunları anlatırsam bana soruşturma açarlar, meslekten atarlar, hapse tıkarlar” korkusuyla İslamî birçok gerçeği anlatmıyor ve sansürlüyorsa, "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler var ya işte onlara hem Allah lânet eder hem de bütün lânet edebilenler lânet eder. Ancak tövbe edip, durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıklayanlar başkadır. Onları bağışlarım; çünkü ben tövbeyi çok kabul edenim, çok esirgeyenim." (2Bakara:159-160) ayetlerini iyice tefekkür ederek önceki hallerine tevbe edip yeni döneme uyum sağlayarak Allah’ın dinine sansür uygulamaktan vaz geçmelidirler.
Ayrıca Rasûlullah’ın (sav) “Her kime öğrendiği dini ilim sorulursa o da çeşitli sebeplerden dolayı o bilgisini gizlerse kıyamet günü o kimseye ateşten bir gem vurulacaktır.” (İbn Mace, Mukaddime 24; Ebû Davûd, İlim, 17; Tirmizi, İlim 3) hadisindeki müjdeye (!) hazır olmaları gerekir.
Dünyanın müstekbir güçleri ülkelerinde İslam’a ve O’nun peygamberine en ağır hakaretleri yaparak ortamı geriyorlar ve bu konuda da Müslümanlardan anlayış bekliyorlar. Mukaddeslere hakareti kendilerine hak, o hakaretlere sabretmeyi ve anlayış göstermeyi de Müslümanlara vazife görüyorlar. Rüzgâr ekiyorlar, fırtına biçince de avazı çıktığınca bağırıyorlar. Müslümanları dövüyorlar ondan sonra da Yahudilerin yaptıkları gibi “Müslümanlar bizi dövüyor” diye yaygara koparıyorlar. Eğer ortada bir suç varsa, o suça teşvik eden bir veya birden çok sebep vardır. Fransa gibi ülkeler, Müslümanların dinlerini bir bütün olarak yaşamalarına engel olup kamusal alanda inançlarına uygun hayat tarzı geliştirmelerine izin vermiyor, o da yetmiyor Peygamberimize, Müslümanların gözünün içine baka baka hakaretler ediyor sonra da Müslümanlar buna en ağır tepki ortaya koyduklarında, rüzgâr ekince fırtına biçileceğini unutarak terörist muamelesi yapıyor.
Sayın Cumhurbaşkanımız bu konuyu da şöyle dile getiriyor: “İslam’ın yükselişinden rahatsız olanlar bizzat kendilerinin sebep olduğu krizleri öne sürerek dinimize saldırmaktadır. İslam ve Müslüman karşıtı söylemler günümüzde Batılı siyasetçilerin başarısızlıklarını örtmek için başvurdukları en kullanışlı aparatlardır. Yakın zamanda gündeme getirilen Fransız İslam’ı, Avrupa İslam’ı, Avusturya İslam’ı gibi kavramlar, bunu en son örnekleridir. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un başını çektiği bu tür girişimlerin esas gayesi, İslam’la ve Müslümanlarla hesaplaşmaktır.”
Bu sözleri söyleyen Sayın Cumhurbaşkanımızdan Allah razı olsun. Türkiye’de de bu dediklerinin tam anlamıyla hayata geçmesi için Allah, onun Harunlarını çoğaltsın. Etrafını saran menfaat gruplarının şerrinden ve kösteğinden korusun.
Eğer İslam birliği isteniyorsa, işte bu inanca sahip devlet başkanları, halkı Müslüman ülkelerin başına geçmeli ve onların bir araya gelmesiyle ümmetin vahdetini sağlayacak “İslam birliği” kurulmalıdır. Yani önce İslam ülkeleri milli liderlere kavuşmalı, onlar da İslam birliğini oluşturmalıdır. Tasması Amerika’nın elinde olan Mısır, Suud, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve benzeri İslam ülkelerinin başında milletin değerlerine sırtını dönmüş kukla liderler olduğu sürece “İslam Birliği” şimdilik zor görünüyor. Biz göremesek de Rabbim o günleri torunlarımıza gösterir inşallah.