Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği ziyarette Kral Selman tarafından Riyad Havaalanı’nda resmi törenle karşılanan Erdoğan’a ikram edilen baharat aromalı Arap kahvesinin anlamı, belki de bölgenin “baharatlı (acı, ekşi, keskin)” havasında yaşanan sorunlar karşısında özellikle Şii eksenini dengelemek üzere Suudi Arabistan’ın koordinatörlüğünde Sünni blokunu güçlendirmeyi hedefleyen bir “Arap kahvesi” teklif etmekti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyarette yeni Kral Selman bin Abdülaziz ile görüşmesi, Ortadoğu bölgesinde güvenlik ve istikrara yönelik yeni bir Türkiye girişiminin gerçekleştirilmek istendiğini akla getirmektedir. Zira bölgenin bu denli güvenlik ve istikrar sorunları yaşadığı bir zamanda Türkiye-Suudi Arabistan buluşması, her iki ülkenin de Sünni blokun temsilcisi durumunda olması dolayısıyla bölgede Sünni blokun konsolide edilmeye çalışılması olarak yorumlanabilir.
Gerçekleştirilen ikili görüşmelerde Suriye ve Irak’ta yaşanan şiddet ve terör olayları ele alınırken, sivillerin korunması, krizli bölgelere gıda malzemelerinin girişi, krizin ciddiyetle ele alınması ve çözüm önerilerinin geliştirilmesi, şiddetin karşısında Suriye halkına yardım ve destekte bulunulması gibi konulara değinilirken, bölgede İran’ın izlemiş olduğu dış politika masaya yatırılmıştır. Yapılan ikili müzakerelerde Şii blokun karşısında Sünni blokun nasıl konumlandırılması gerektiği meselelerine yer verilirken, “koordinasyon” ve “güçlü işbirliği” çabalarına vurguda bulunulmuştur.
Cumhurbaşkanı’nın ziyaretinde, Mısır’ın da dâhil olduğu Türkiye-Suudi Arabistan ekseninde bir “uyum” yakalama çabaları izlenmiştir. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretinden bir gün önce Mısır Cumhurbaşkanı El-Sisi (bir hafta önce de Pakistan), Kral’ının davetlisi olarak Suudi Arabistan’da bulunmaktaydı. Bu çerçevede Suudi Arabistan’da yayınlanan El-Yevm gazetesi, Türkiye ve Mısır ziyaretlerini “Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye… Ümmetin kurtarılması görevi” manşeti ile görmüştür. Gazeteye göre Araplara ve İslam’a yönelik tehditler karşısında Suudi Arabistan, Türkiye ve Mısır arasında ortak bir koordinasyon inşa edilmesi gerekmektedir.
Cumhurbaşkanı’nın Suudi Arabistan ziyareti, Şii blok ve İran karşıtı eksende Suudi Arabistan’ın koordinatörlüğünde Türkiye’nin merkezi bir rol üstlenmesi olarak değerlendirilmektedir. Bir önceki Kral’ın dönemine nazaran Suudi Arabistan tarafından Türkiye’nin bir “rakip” ülke olmaktan “çıkarıldığı” bir dönemde Suudi Arabistan-Türkiye yakınlaşmasının Türk dış politikasında Türkiye-Mısır yakınlaşması olarak da tezahür edeceği öngörülebilir. Buna ilave olarak Türkiye’nin, dış politikasında Arap Emirlikleri ile takip ettiği sıkı siyasi ve ticari bağlar dolayısıyla bölgedeki Arap coğrafyasında etkinliğini daha da artırabileceği beklenebilir.
Geçtiğimiz ay İran destekli Şii Huti grupların Yemen’de yönetime el koymasından sonra hali hazırda İranlı General Süleymani komutasında Irak ordusu Tikrit’e ilerleyişini sürdürmektedir. Bu durum ise İran’ın Yemen ve Suriye’den sonra Irak’ı da hâkimiyeti altına alması olarak yorumlanabilir. Diğer taraftan ABD ve Avrupa ile İran arasında yürütülen nükleer müzakerelerin olgunlaşma aşamasında olması, Suudi Arabistan’ı İran dolayısıyla endişeye sevk etmektedir. İşte bu noktada Türkiye ve Mısır’ı Sünni içerikli bir eksen etrafında buluşturmak ve bu şekilde Şii blokun lideri İran’ı dengelemek, Suudi Arabistan’ın bölgede liderliğe oynaması çabası olarak da görülebilir.
Bu çabanın sadece Şii ekseni karşıtı bir girişim olarak gelişmesi istenmeyen bir durum olsa da bölgede Müslüman ülkelerin arasında işbirliği ve uyumun yakalanması ve görüş ayrılıklarının giderilmesi, kaos ve çatışmanın sonlandırılması, muhakkak ki bölgenin barışı ve istikrarına katkı yapmaktan başka bir amaca hizmet etmeyecektir. Buna ilave olarak, hangi devletin öncülüğünde gerçekleşirse gerçekleşsin bölgede izlenecek barış yanlısı ortak işbirliği ve birliktelik çabaları, Suriye ve Irak gibi kangren halini almış sorunların çözümünü hızlandıracaktır. Fakat bu çabaların stabil sonuçlara yol açması, meseleye taraf kesimlerin bölgesel liderlik reflekslerini dengelemeleri ile mümkün olacağı ifade edilebilir.