Türkiye’de Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesinin sistem içinde nasıl bir etki meydana getirdiği konusunda farklı fikirler mevcut. Kimileri başbakanın olumsuz yönde etkilendiği, Cumhurbaşkanının ‘her şeye müdahil’ olduğu türünden ifadeler kullanıyorlar. Kimileri ise ‘hiçbir şeyin değişmediğini, eski yetki ve sorumlulukların devam ettiğini’ söylüyorlar.
Kanaatimce ikisi de doğru değil. Cumhurbaşkanını halk seçtiği için onun konumunda mutlaka bir farklılık oldu. ‘Olmadı’ diyenler ya meseleyi yeterince önemsemiyor, yani halk desteğini hesaba katmıyorlar ya da bilmezden geliyor. Şahsına bu kadar oy verilen bir şahıs artık eski yetki ve sorumluluklarla yetinemez(di). Kim olsa farklılaşır. Aldığı oyun ‘hakkını’ vermesi beklenir.
‘Cumhurbaşkanı başbakanın alanına müdahale ediyor’ diyenler de tam olarak doğruyu söylemiyorlar. Başbakan eski yetki ve sorumluluklarını kullanmaya devam ediyor. Yurtdışından gelen muhataplarını karşılıyor; eğitim, sağlık, adalet güvenlik gibi temel kamu politikası alanlarında nihai kararı veriyor; TBMM’yi yönlendiriyor; anayasa ve yasalarla verilen tüm görevleri ifa ediyor.
Peki, hangi görev, yetki ve sorumluluklar kimler eliyle yürütülüyor?
Anayasada ‘yürütmenin başı ve sorumsuz kanadı’ olarak Cumhurbaşkanı anılmakta, Bakanlar Kurulu ise ‘yürütmenin sorumlu kanadı’ olarak nitelendirilmektedir. Siyasi olarak güçlü, yani halk desteğine sahip hükümet ve onun başkanı olan başbakan temel sorumlulukları üstlenmekte(ydi).
14 Ağustos seçimlerinden sonra yürütme organı içinde bir ‘ihtisaslaşma’ ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı yeni ve güçlü bir aktör olarak devreye girdi. Ama başbakan hala ‘eski yerinde’ ve ‘konumunda’ duruyor.
Gerçekte ne oldu? Cumhurbaşkanının konumu güçlenirken, başbakanın pozisyonu aynı kaldı. Karşılaştırmalı olarak değerlendirdiğimiz zaman iki makam arası güç dengesi cumhurbaşkanı lehine değişti, ama başbakanın yetkilerinde bir azalma olmadan.
Cumhurbaşkanı yeni bir aktör olarak, daha önce ‘girilemeyen’ alanlara giriyor, ‘kullanılamayan’ yetkileri kullanıyor. Bu yetki ve alanlar büyük ölçüde demokratikleşme neticesinde ‘kazanılan’ alanlar. Daha önce vesayetçi güçler tarafından kullanılan yetkiler demokrasi lehine ‘kurtarılıyor’.
Yasama, yürütme ve yargıya yönelik yetkilerde bir genişleme meydana geliyor. Gerçekte Bakanlar Kurulu ve başbakanın o kadar çok yetkisi var ki, bu yetkileri bir grup insanın ve başındaki bir şahsın tek başına kullanması neredeyse imkânsız. Başbakanın yeni yetkiye ihtiyacı yok. Ayrıca, yetkiler kullanıldıkça tükenmiyor, aksine genişliyorlar.
Cumhurbaşkanı MGK toplantılarına başkanlık ediyor; iki kez de bakanlar kuruluna başkanlık etti. Bu toplantıların gündemleri hemen hemen aynı: İç ve dış gelişmeler, ‘paralelle’ mücadele, Çözüm Süreci.
Bu alanlar ‘devlet politikası’ konuları. Toplumun tamamını ilgilendiren alanlarda, devlet kurumlarının belli bir uzlaşma dâhilinde yürütebileceği, stratejik meseleler. Cumhurbaşkanı hükümeti ilgilendiren alanlara girmiyor, ama anayasal yetkilerini kullanarak ‘gözetim ve denetim’ sorumluluğunu kullanıyor.
Cumhurbaşkanı 7 Haziran’dan itibaren, kendisine tevdi edilen yasama, yürütme ve yargıya ilişkin görevleri ‘doğrudan’ bir biçimde, hükümeti ilgilendiren alanlarda ise gözetim ve denetim fonksiyonları aracılığıyla ‘dolaylı’ biçimde icra edecek.
Cumhurbaşkanı, devlet organları arasında hakemlik rolünü icra edecek.
Bu belki de ülkenin en fazla ihtiyaç duyduğu bir durum. 12 Eylül darbesini yapanlar ‘istikrarsızlık’ ve ‘devlet organları arasında uyumsuzluk’ bahanesine sarılmadılar mı? 28 Şubat, 27 Nisan, 17 ve 25 Aralık darbe teşebbüsleri siyasette ve devlette farklı görüşleri ‘hedefe’ oturtarak, müdahale zemini hazırlamadılar mı?
Devlet kurumlarının uyum içinde çalış(tırıl)ması noktasında bugün, dünden daha şanslıyız. Elimizde güçlü ve halk desteğine sahip bir Cumhurbaşkanı var. En büyük avantajı siyasetin içinden gelmesi. Toplumu, farklı kesimleri, seçmeni tanıyor; nabzını nasıl tutacağını biliyor; müdahale araç ve mekanizmalarına aşina.
Ama birileri sürekli olarak bir ‘çatışma vasatı’ oluşturma gayretinde. Yok, ‘başbakanın yetkileri cumhurbaşkanı tarafından gasp ediliyormuş’; ‘cumhurbaşkanı haddini bilmeliymiş’; ‘milletvekili listelerine cumhurbaşkanı müdahale ediyormuş’ vs.
Cumhurbaşkanı Erdoğan son on iki yılda gücün her nev’ini tattı. Ülke içinde ve dışında müdahil olmadığı çekişme, yakın ilişki kurmadığı devlet adamı, kullanmadığı yetki kalmadı. Daha fazla yetki, daha çok sorumluluk isteyebilecek hele bürokrat ataması, milletvekili aday listeleri düzenleme işine soyunacak biri değil. Bunları yıllardır yapıyor zaten.
Yetki devretmek için ‘vesile’ arıyor. Yeter ki ‘güvenilir’, ‘emanet bilinci içinde hareket eden’ ve ‘hizmet bilincine sahip’ kişilere devretsin.
Başbakan Davutoğlu o evsafta biri. Yılların verdiği güven var. Ama özellikle son altı aydır liderlik kalitesi noktasında farklı toplumsal kesimlerden geçerli not aldı.
Bütün bu yetki tartışmalarında amaç belli: Cumhurbaşkanı ve başbakan arasında bir çatışma çıkarmak. Taraflar oyunun farkında. Prim vermiyorlar.
7 Haziran sonrası, Beştepe gerekli mekanizmayı kurunca, işler daha sistematik biçimde yürütülecek.
Çatışma ‘tartışmaları’ azalacak…