ÇÖZÜM SÜRECİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Hasan Mutluoğlu

Devletin şefkatle uzanan eli havada kaldı. Devletin uzanan şefkatli elinin; ne anlama geldiği, neleri kazandırdığı, neleri kazandıracağı anlaşılamadan “donduruldu”.

Devletin büyük risklerle çözüm için attığı her adımın kıymeti bilinemedi. Tarihi büyük fırsatın kaçırıldığının farkında olunamadı.

Çözüm sürecinde taraflar birbirinden çok şeyler öğrendi. Niyetler daha belirgin hale geldi. Devlet, doğal refleksine geri dönmek zorunda kaldı.

Kürt kardeşlerimizin kahır ekseriyeti, temsil iddiasında olan partinin, haklarının savunucusu iddiasında olan örgütlerin gerçek yüzlerini gördü.

Kürt sorununun sadece Türkiye’nin bir sorunu olmadığını, Ortadoğu’ya egemen olmak, sömürgeleştirmek isteyen egemen güçlerin en önemli sorunu olduğunu yeniden fark ettik.

Tarihi Sykes-Picot anlaşmasının neticesinde çizilen sömürge coğrafi sınırların, beşeri açıdan netleştirilmesi için, her türlü oyunların yerli taşeronlar eliyle egemen güçler tarafından yaptırıldığı gerçeğini anladık.

Çözüm sürecinde Türk devleti büyük bir enerji sarf etti. Silahlı çözüm anlayışından vaz geçerek şefkat elini uzatmasının karşılığında şiddetle karşılaştı.

Ortadoğu’da, Irak ve Suriye’de, egemen güçlerin uyguladıkları metotlarla Türkiye bölünmek isteniyor. Bu gerçeği bilmeyenimiz var mı?

Bu gerçeği, Cizre’de oynanan oyunla çok net bir şekilde fark ettik. Allah’a şükürler olsun, devlet yeniden normal refleksine dönerek, Türkiye’de ilk provası yapılmak istenen sistemi ve oyunu bozdu.

Suriye’de sınırımıza yakın bölgelerinde uygulamaya sokulan kanton sisteminin Türkiye için ilk deneme safhası olan bu durum, devletin basireti, halkımızın anlayışı ile çözüme ulaştı.

Ayrılıkçı medyanın, bağlantılı dış güçlerin algı operasyonlarına rağmen, sabır başarıyı beraberinde getirdi.

Cizre olayı; bütün gerçekleri ile ülkemiz insanına, dünyaya iyi anlatılırsa, ülkemiz ile alakalı oynanan/oynanacak oyunların gerçek yüzünü gösterebiliriz.

Bölgemizde yaşayan Kürt kardeşlerimizle yaptığımız karşılıklı fikir konuşmalarında, PKK’nın kendileri için ne anlama geldiğini sorduğumda :“Birçoğumuz şuna inanıyoruz. PKK bizim temsilcimiz olamaz. Biz onların temsilciliğini kabul etmiyoruz. HDP’yi de kabul edemediğimizi oylarımızla göstermeye çalışıyoruz. Ne yazık ki gençlerimize laf anlatamıyoruz. Aleni olarak karşıtlığımızı ifade edemiyoruz, çünkü yurt dışında çocuklarımız, akrabalarımız var. Onların güvende olmalarından endişeliyiz.”

İki yıl aradan sonra başlayan silahlı çatışmalar, genç bedenlerin ölümle buluşması, anaların göz yaşı, Türk/Kürt ocaklarına dayanılmaz ateşlerin düşmesi, bütün Türkiye’yi etkileyen şehit cenazeleri, hayatı dayanılmaz hale getiriyor.

Barış barış dendi, arkasından yeniden savaş çıktı. Evet, ben de Türkiye’de savaş var diyenlerdenim.

PKK’nın elindeki silahla meydana gelen şiddetin arkasında olanların Türkiye ile savaşı var. Bu savaşı durdurmak oldukça zor. Ama mümkün.

Türkiye’nin bölünmesi kimlerin işine geliyorsa, savaşı onlar yapıyor. Bu gerçeği görerek 1000 yıllık kardeşliğimizi yeniden hatırlamanın, yeniden kardeş olmanın yolunu mutlaka bulmalıyız.

Hepimiz Allah’ın kullarıyız. Adam (A.S) çocuklarıyız. Kimsenin ırkı üstünlüğü –İslam dinine göre- olamaz.

Bu ilahi gerçeğin farkında olarak, Türkiye’de yaşayan bütün insanımızın yeniden bir olması, birlik olması, beraber olması için gerekenlerin yapılması konusunda iradesini ortaya koymak mecburiyetindedir.

Bu ülkenin yönetimini elinde bulunduranlar, ülkenin yönetimine talip olanlar, yönetilenler, tarihin tecrübelerinden yararlanarak, tarihin tekerrürüne  fırsat vermemek için üzerimize düşen görevi yapmak üzerimize farz oldu.

Haydi; “Ya Allah, ya Bismillah.”