Artık son dönemlerde bütün gündemimiz, bütün dikkatimiz Coronavirüs üzerine yoğunlaşmış bulunuyor. Alınan tedbirler, yapılan karantina uygulamaları, devletin almış olduğu önlemler, kamu kurum ve kuruluşlarının üst düzey alarma geçmesi, Coronavirüsün toplumda daha fazla yayılmaması veya zararlarını minimuma indirilmesi konusunda takdire şayan çalışmalar. Devlet olarak, sağlık çalışanları olarak (TTB hariç) dikkate değer bir mücadele veriliyor.
Bu dönem, her şeyden daha fazla kul hakkı konusunda dikkat etmemiz gereken bir dönem olarak karşımıza çıkıyor. İslami kaynaklarda, insanların mükellef/yükümlü olmuş olduğu haklardan birisinin, hukukullah (Allah Hakkı), diğerinin ise hukuk-u ibad dediğimiz kul hakkı olduğunu görüyoruz. Kul hakkı dediğimiz zaman insanların canları, bedenleri, ırz ve namusları, manevi şahsiyetleri, makam ve mevkileri, dinî inanç ve yaşayışları gibi konulardaki kişilik hakları ile mallarına ve aile fertlerine ilişkin haklarından oluşmakta ve bunlara yönelik yapılan kötülükler, verilen zararlar, kul hakkına tecavüz sayılmaktadır. Devlete, devlet kurumlarına, toplumun geneline veya tüzel kişiliklere verilen her türlü maddi ve manevi zarar ise kamu hakkı kapsamında değerlendirilmektedir.
Coronavirüs tedbirleri kapsamında devletin almış olduğu önleyici kararları ihlal etmek, bireylerin alması gereken tedbirleri ihmal etmek, hem kul hakkına hem de kamu hakkına girmektedir. Zira bu salgın, kişiden kişiye bulaşmak suretiyle kul hakkına girdiği gibi, taşıyıcı olma ihtimalini saklayarak üçüncü kişilerin hastalanmasına, iş gücü kaybına, acı çekmesine, tedirgin olmasına vesile olmak ta, toplumun paniğe kapılmasına sebep olmakta hem kul hem de kamu hakkıdır. Tabii doğrudan virüs ve virüsün sebep oldu hastalıkla beraber, şumullüce düşündüğümüz zaman dolaylı olarak ortaya çıkarmış olduğu kul ve kamu hakları da söz konusudur.
Kul hakkı dediğimiz zaman, bugün toplumumuzda genellikle anlaşılan maddi ekonomik haklar akla gelmektedir. Fakat yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bu çatı kavramın altında yer alan hususlar o kadar geniştir ki; artık bugün insanlar hiç bilmediği, tanımadığı, doğrudan veya dolaylı bir irtibatı olmadığı insanların bile hakkına girebilmekte, onların kişilik hukuku alanına tecavüz edebilmektedir. Ulaşım ve iletişim imkanlarının hızlanması, artması, gelişmesi ve genişlemesi ile, Dünya global bir köy haline dönüştü. Dün Çin'de olan bir şahıs, ertesi gün Amerika'da, Türkiye'de olabiliyor. Ulaşım ve iletişim imkanları arttıkça ve geliştikçe kul hakkının çerçevesi de genişliyor ve çeşitliliği de artıyor. Virüsün ülkeden ülkeye taşınması, Dünya üzerinde bir pandemi haline gelmesi, ulaşım ve iletişim imkanlarının bundan yüz yıl öncesine göre çok daha hızlı ve gelişmiş olmasından kaynaklanıyor. Şöyle düşünelim, şayet bu virüs, bu yıl değilde bundan yüz yıl önce Çin'in Wuhan kentinde çıkmış olsaydı; Avrupa'nın etkilenmesi bu oranda olmayacaktı. Veya virüsün yayılma hızının aynı oranda olması mümkün değildi. İşte sahip olduğumuzu düşündüğümüz her bir nimet, esasında yeni sorumlulukları, yeni ve farklı mükellefiyetleri de beraberinde getiriyor. Virüs kapmış ve taşıyıcı olma ihtimali bulunan bir kimsenin sorumsuzca, futursuzca, karantina ve izole tedbirleri ihmal ederek, durumunu saklayarak, toplum içerisinde gezip dolaşması, düğün, cenaze, asker uğurlama gibi insanların yoğun olarak bulunduğu mekanlarda bulunması apaçık bir kul hakkı ihlalidir. Virüs bulaştırmış olduğu silsile halinde de üçüncü, dördüncü halkadaki hastaların da, yakınlarının hastalanmasından dolayı moral ve maneviyat olarak etkilenen kişilerin de hakkına da girmiş olur.
Kur'an-ı Kerim'de Nisa Suresi 85. ayeti kerime de, Rabbimiz mealen: "Kim güzel bir işe aracılık ederse ona, o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir işe aracılık ederse ona da, o kötülükten bir pay vardır. Allah'ın her şeye gücü yeter." buyumaktadır. Dolayısıyla eğer bir kimse taşıyıcı olduğunu, olabileceği ihtimalini gözardı ederek, kendini izole etmez, karantinaya almaz ve o virüsü bir başka kimseye, o kimsede bir başka kimseye, o kimsede müteselsilen başka kimselere bulaştırdığı müddetçe; ilk taşıyıcı kimse, bütün bu kimselerin vebalini, günahını yüklenmiş ve kul hakkına girmiş olur. Devletimizin yapmış olduğu, "evde kalın!" çağrısı, bizi maddi olarak virüsten, salgından koruduğu gibi aynı zamanda manevi olarak da kul hakkından koruma amaçlıdır. Şüpheli bir insanın karantinaya alınması, maddi olarak virüsün yayılmasını engellediği gibi, manevi olarak kul hakkına taciz ve tecavüzü de engellemektedir. Tabii toplumumuzda ahiret -hesap verme- inancı, bilinci zayıfladığı için hiç ölmeyecekmiş gibi, hayatın sadece ve sadece bu dünya hayatından ibaret olduğu zannı ile yaşayan pek çok sekülerist kimse, maalesef alınan tedbirleri bu kapsamda değerlendirmediklerinden dolayı, tedbirleri ihmal etme yoluna gidebilmekte veya sulandırma yollarına teşebbüs etmektedir.
Yaşlılarımızın evde kalmasını temin için ve ihtiyaçlarını gidermek için, asker, jandarma, polis, Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı çalışanları ve Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanları ve gönüllü gençlerden oluşturulan "Vefa Gönüllüleri" teşekkülünden, rakı istemek veya hastalık fobisini kullanarak, insanların duygularını suistimal etmek de aynı şekilde kul hakkıdır. Farkında olmadan veya bilinçsiz olarak sokağa çıkmış olan ihtiyarlarımızın azarlanması, korkutulması, istihza edilmesi, dalga geçilmesi de aynı şekilde kul hakkıdır. Kaynağı ve doğruluğu olmayan uydurma haberlerin, sanki doğruymuş gibi sosyal medyada veya yazılı ve görsel basında paylaşılması, haber yapılması, bu yolla halkın korku ve paniğe sürüklenmesi, devlet yetkililerinin itibarsızlaştırılmaya çalışılması, iftira atılması, basit ve ahmakça yalanlarla siyasi rant elde etmeye ve 82 sene önce ölmüş fanilerin ilahlaştırılmaya çalışılması, hem kul, hem de kamu hakkıdır. Evde kaldığımız süre içerisinde etrafımızı, komşularımızı rahatsız edecek şekilde gürültü yapmak, evimizde kapımızı çarptığımız zaman alt, üst ve yan komşularımız bundan rahatsız oluyorsa; mesela, yeni uyuttu bebeğini uyandırıyorsa kul hakkıdır. Aracımızı sokağa, uygun olmayan şekilde, ambulans, itfaiye, polis veya diğer insaların araçlarının geçemeyeceği bir biçimde park etmiş isek; bu da kul ve kamu hakkıdır.
Dünyayı saran bu pandemi döneminde, maddi hastalığa ve maddi hastalığın sonuçlarına odaklandığımız kadar, manevi hastalıklarımıza ve sonuçlarına odaklanmamız da gerekmektedir. Peygamber Efendimizin: "Müslüman müslümanın kardeşidir; ona yalan söylemez, ihanet etmez, kötülük yapmaz, onu aşağılamaz, kötülük edebilecek birinin eline bırakmaz (Buhârî, “Meẓâlim”, 3; Müslim, “Birr”, 32, 58; Tirmizî, “Birr”, 18). Hiç kimse kendisi için beğenip istediğini din kardeşi, komşusu için de istemedikçe, komşusu onun kötülüğünden emin olmadıkça olgun bir mümin olamaz (Buhârî, “Îmân”, 7; “Edeb”, 29; Müslim, “Îmân”, 71-73). Allah’a ve âhiret gününe inanan kimse komşusuna eziyet edemez (Buhârî, “Edeb”, 31, 85; Müslim, “Îmân”, 74, 75). İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez (Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Feżâʾil”, 66). Müslümanların kanları, malları, namusları ve şerefleri kendi aralarında kutsal Mekke kadar, hac ayları ve günleri kadar saygındır, dokunulmazdır (Buhârî, “Ḥac”, 132; Müslim, “Ḳasâme”, 29). Müslüman, elinden ve dilinden başka müslümanların zarar görmediği kimsedir (Buhârî, “Îmân”, 4-5; Müslim, “Îmân”, 64-65). Kul haklarını ihlâl eden kimseyi “müflis” olarak niteleyen Hz. Peygamber bunu şöyle açıklamıştır: Bu kişi âhirette namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Bununla beraber öyle günahlarla gelir ki kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine iftira etmiştir. Bu durum karşısında onun ibadetlerinden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmış, dolayısıyla müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır (Müslim, “Birr”, 59; ayrıca bk. Buhârî, “Meẓâlim”, 10). naklettiğimiz Hadis-i Şeriflerini aklımızda çıkarmamız gerekiyor.
Allah'ın izni ve yardımıyla, devletimizin çalışma, gayret ne tedbirleriyle, halkımızın da desteğiyle bu salgın günleride elbette geçicidir, bitecektir. Ancak, geçici günlerde, kalıcı günahları sırtımıza almamak, amel defterimize ödeyemeyeceğimiz kul hakkı yazdırmamak adına, çok daha dikkatli hareket etmemiz gerekiyor. İnandığımız din İslam, hayatın tamamını kapsayan, Müslümanın hayatının tamamı ile ilgili sorumluluklar yükleyen bir dindir. İçimizdeki akılsızlar yüzünden helak edilmek istemiyorsak; O, akılsızları da eğitmek, uyarmak görevimiz olduğunu, bunun da sorumluluğumuzun bir parçası olduğunu unutmamalıyız. Aksi halde Coronavirüs'ten kurtulsak bile "Kul Hakkı" dediğimiz manevi sorumluluğumuz yakamızı bırakmayacaktır.