Ne olduysa bize, hassasiyetlerimizi kaybetmeye meyleder olduk. İnce düşünme yetimizi yitirmeye başladık. Düz bakan ve düz düşünen insanlar olma yarışına girdik adeta. Tüm güzellikler ayrıntılarda gizlidir halbuki. Yaptığımız tüm işleri hassas terazide tartma gayretinde olmamız gerekir.
Bir anlayış oluşmaya başladı; aslında kısmen vardı ama şimdilerde daha da yaygınlaştı. Kendi cebimizden çıkmayan her şeyi har vurup harman savurur olduk. Karşılığında bir meblağ ödemediğimiz şeyler, geldiği kaynağı önemsemediğimiz, bizim için çok kıymetli oldu. Tabir-i caizse bedavacı olduk.
Ramazanda fakir fukara için iftar çadırları kuruluyor. Hali vakti yerinde olanlar ilk akşamdan yerlerini alıp asıl orada o yemeğe ihtiyacı olanlar kimi zaman dışarıda kalıyorlar. Bazen özel günlerde, günün anlam ve önemine dair, belediyeler hediyeler dağıtıyor, ama bu hediyelerden bir ya da daha fazla alma uğruna birbirini ezenler oluyor.
Belediyeler tesisler yapıyor, ekip dikme işleriyle uğraşmak isteyenler için hobi bahçeleri oluşturuyor, suyu rahat kullanım imkânı sağlıyor. Biz ne yapıyoruz; para ödemiyoruz ya, orada arabamızı yıkıyoruz, evde yapabileceğimiz her türlü su kullanımlı işleri orada yapıyoruz.
Ilıcalara gidiyoruz şifa için; nasıl olsa bir sürü para verdik diye ihtiyacımızın çok ötesinde su kullanıyor, israf ediyoruz. Otellerde açık büfe varmış diye tabaklarımıza yiyemeyeceğimiz kadar yemek doldurup aç olanın karnımız değil gözümüz olduğu gerçeğini sergiliyoruz.
Çarşı pazarı, alışveriş merkezlerini amaçsız dolaşıyor, almayacağımız kıyafetleri deniyor ve üstüne bir de öz çekim yaparak sosyal medyada paylaşıyoruz. Bunun gibi o kadar çok şey sıralayabilirim ki! Düz yaşıyoruz, hayatımızı israf ediyoruz.
Devlet ve vakıf mallarını kullanırken aklıma hep Hz. Ömer gelir. Halifeliği döneminde bir kişi kendisine danışmak için geldiğinde, devletle ilgili değil de şahsî bir soru soracaksa, devlete ait olan mumu söndürüp kendisine ait olan mumu yakıyor.
Ne kadar inkâr etsek de hepimiz biraz materyalist olduk. Bencillikte zirveye ulaşmamıza az kaldı. Sirke ekmekle de olsa günlerini geçirip şükreden insanlar olmak varken, unutup hep daha fazlasını istedik. Hedefimizde ilk olarak dünya olursa, yolumuzu doğrultamayız.
Bolluk içinde yaşıyor olsak bile azla yetinmeyi öğrenmeye ihtiyacımız var. Allah bize eğer daha iyi şartlarda yaşama imkânı sunuyorsa, bir düşünelim; bu nimetlerin şükrünü eda edebiliyor muyuz? Lütfundan mı veriyor kahrından mı? “Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir imtihandır.” buyruğuna muhatap olduğumuzu hatırlayalım arada, tefekkür etmemize vesile olsun.
İncelik dedim ya; kendi malımızı koruma derdine düşerken, diğer kardeşimizin malını da gözetmek ve en önemlisi devlet malına karşı daha hassas olmak ve her bir zerresinde tüyü bitmedik yetimin hakkı olduğunu idrak ederek yaşamak zorundayız.
Bedavacılığı unutalım, cömert olalım. Cömertlik varken değil, yokken de bir hurmayı paylaşabilmektir. İyilik denizini karşılık beklemeden dolduralım; bilelim ki gönlümüzde olanı gören, bilen bir Hâlik var. Yaptığımız her işin iyi ya da kötü bir karşılığı olduğu bilinciyle yaşayalım. Bu bilinçle yaşayanların sırtı hiçbir zaman yere gelmemiştir, gelmez de.