Yıkılmaya ve dağılıp gitmeye müsait kırılgan hayatların, dayanıksız hayatları yaşıyoruz. Derme çatma değil gayet muhkem, korunaklı ve fazlaca konforlu hayatların birer nesnesiyiz artık. Gelişme, değişme, büyüme denen şeyin bizi bu sonuca getirmiş olması görece muhkem, deruni bakımdan kırılgan öğeler olarak insanı daha mesrur ve daha mukavemetli yapıyor sayılmaz.
İnancım gereği bir umudum, yarına dair bir zihni meselem olmasa yaşayıp geldiğimiz şu çağın harcamak ve hunharca tüketip bitirmek üzerine inşa edildiğine “mutlak kaçınılmaz” olarak bakacağım. Oysa insanlık “insan” olması hasebiyle yakaladığı şu maddi refah ve gelişmenin karşısında insanı insan yapan temel değerlerine daha sıkı sarılmak durumunda değil miydi?
İnşa ettiğimiz hayatların ve hatta sahip olduğumuz kişiliklerin daha kırılgan ve daha zayıf olduğunu bilmiyor olamayız. Bu sebeple olsa gerek çok daha fazla biriktiriyor, çok daha uzun ve sabit planlar yapıyoruz. Yarına dair tek hayalimiz hep şimdikinden daha müreffeh bir hayata sahip olmak belki bu yüzden şu an sahip olduklarımızın kıymetini hakir ve yetersiz görüyoruz.
Kurduğumuz düzenlerin, planlarımızın, gündelik programımızın, gelir gider tablomuzun değil değişmesi küçük sarsıntılara maruz kalmasına bile rızamız yok, rızamız olmadığı gibi bu durumu suhuletle ve sükunetle karşılayıp kaldırabilecek niyetimiz de gücümüz de yok.
Kişiliği, seciyesi, mizacı ve sahip olduğu yaratılış nitelikleriyle karşılaştığı vakıalar karşısında metanetli ve sabırlı, güçlü ve akıllı olması beklenen insanoğlu her türlü imkân ve hıza kavuşmuşken daha zayıf ve daha güçsüz görünüyor. Bozulmasından ve sekteye uğramasından korktuğumuz o kadar fazla şey var ki ufak bir yalpalama ya da küçük bir menfaat çatışması bizi allak bullak edebiliyor.
Korunaklı ve muhkem alanlarımız dokunulmaz ve geçilmez çizgilerimiz olsun gayesini abartıp derin ve aşılmaz çizgiler çektiğimiz gerçeğini kabullenmek istemiyoruz. Biz daha çok yükselttikçe duvarları, sınırları daha belirgin çizdikçe, tek başına kalıyor ve özgün biri olmak yerine bencil, hodbin, egoist olmayı göze alıyoruz.
Kurduğumuz düzenlerin bu kadar muhafazaya ve titizlenmeye rağmen bozulma ihtimali bile bizi bitap düşürmeye yetiyor, şüphe duymaya başlıyor ve daha fazla plan program yapmaya mecbur hissediyoruz. Bu korku, şüphe ve zayıflık halinin insan olarak bize en büyük zararı belki de kadirşinaslık, diğerkâmlık, vefa ve fedakârlık gibi değerlerin törpülenmiş olmasıdır.
Fedakârlık, başkasını kendine tercih etme, karşısında olanı da kendi gibi koruma ve kollama dediğimiz duygu ve tutumların yerine önce benim menfaatim ve düzenim anlayışında insanlar topluluğu olarak yaşıyoruz. Harcamak üzerine kurulu bir nizamın başat oyuncuları olarak, kim ya da ne olursa olsun, sonuna kadar harcamak ve bundan kendim için azami kazancı sağlamak temelli bir camdan kuleye hapsolmak üzereyiz.