Çoban Çeşmesi ve Orta Refüj Gülleri

Hasan Ukdem

Derinden derine ırmaklar ağlar, / Uzaktan uzağa çoban çeşmesi, / Ey suyun sesinden anlayan bağlar, / Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi. Kırlarda bayırlarda gezinirken karşımıza çıkıveren bir kır çeşmesi, ya da Faruk Nafiz Çamlıbel’in şiirinde dediği gibi çoban çeşmesi, insanı bir tanıdık, bir dost gibi hoş karşılar. Şırıl şırıl su sesi ve etrafa yaydığı serinlik, yalağına konan bir kuş, akıp giden suyunun yanı başında filizlenmiş bir kır çiçeği ile etrafına güler yüzlü bir insan gibi hayat aşılar. Ama sadece sevinci paylaşmaz, aynı zamanda suyundan içen, yanından geçen yolcuların dertlerini, hasretlerini, aşklarını da teselli eder. Derinden derine ağlayan ırmaklardan beslenen çoban çeşmesi, kendini anlayan bağlara, dağlara söyler en yanık türküsünü. 

"Gönlünü Şirin'in aşkı sarınca / Yol almış hayatın ufuklarınca, / O hızla dağları Ferhat yarınca / Başlamış akmağa çoban çeşmesi..." Şirin’in aşkıyla dağı delen Ferhat’ın yardığı dağdan akıp geldiği hüsnü talilini yapar şair ve yol alır hayatın ufuklarınca. Kimi vakit masmavidir gökyüzü, kimi vakit çeşmenin gözyaşına karışır bulutların yası. Ve kanamaya başlar aşıkların müzmin yarası. 

O zaman başından aşkındı derdi, / Mermeri oyardı, taşı delerdi. / Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi. / Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi. Ferhatlardan aldığı aşk derdi ile dertlenen ve bunun için gözünden döktüğü gözyaşını kendisini ziyaret eden her yolcuya yudum yudum içiren çeşme, bir yandan susuzluğa çare olurken, bir yandan da onlara aşıladığı aşk ile yakmağa devam eder. Suzan sulardır onunkisi, değdiği dudakları yakar, düştüğü kalpleri kavurur. 

Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu, / Kerem'in sazına cevap veren bu, / Kuruyan gözlere yaş gönderen bu... / Sızmadı toprağa çoban çeşmesi. Artık bütün sevenleri geçirir aklından ve onların kır kılavuzu, aşk rehberi olur. Hayat onun kaynağından coşup gelen sularla aşka, sevdaya, hasrete, vuslata, firkate boyanır. Zira hayatın membaı da aşktan ve onun yol açtığı kahır ya da mutluluktan beslenir. 

Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda, / Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda, / Ateşten kızaran bir gül arar da / Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi, Leyla gelin olsa da Mecnun mezara girse de gönülden gönle dolaşarak yeni sevdalılar aramaya, bağdan bağa gezerek kırmızı güller bitirmeye devam eder çoban çeşmesi. Hayatın kanunu budur. Kalbin ihtiyacı bu... Gezer gezmesine de bulabilir mi? Orası meçhuldür. 

Ne şair yaş döker ne aşık ağlar, / Tarihe karıştı eski sevdalar. / Beyhude seslenir, beyhude çağlar, / Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi... Şairin yaş dökmesi, aşığın ağlaması tarihe karışmıştır artık. Eski sevdalar mazi olmuş, kalpler başka türlü atar olmuştur. Çoban çeşmesinin suyu, şehir şebekesine karışmış, kırdaki saflığını kaybetmiştir. Başını bir sola, bir sağa vursa da sular, naylon bidonlara, pet şişelere konularak mahkûm edilmekten kurtulamamıştır. Çobanlar şehre inmiş, müteahhit olmuş, şehri de beton yığınlarının altına almışlardır. Artık her şey sunidir. Bu sunilikte aşk gibi sahteliğe müsait olmayan bir duygu bile iftiraya uğramış, “sahte”si olduğunu iddia ettikleri, tarifi bile olmayan bir ilişki yumağı piyasaya sürülmüştür. Aşkım sözü sakız olmuş, sevda sokağa düşmüş, sevgi yalanlara sıvanmıştır. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki aşkın ömrünün on üç ay olduğunu bilim adamları araştırmalarında tespit ettiklerini açıklayabilmektedir. Gençler, bir ömürde kaç kez âşık olabileceklerini bulmaya çalışmaktadırlar. Gül orta refüjlerde açmaya başlamış, bülbüller naylon güllerden aşk derdiklerini sanarak şakımaya başlamışlar ama detone olduklarını dahi fark edemeyecek kadar sarhoş olmuşlardır. Gülün gerçek kokusunu, Fransız parfümü bastırmıştır. 

Artık Faruk Nafiz yoktur. Artık Çoban Çeşmeleri şehrin kirli sularına karışmaktadır. Artık sevdalar destanlarda kalmıştır ve Mecnunlara mekân olacak çöller bile müstehcen seraplar göstermektedir. Peki suları nasıl temizler, gülleri kendi renkleri ve kokularında nasıl açtırabiliriz yeniden? Bunun cevabı basittir aslında. Çoban çeşmesinin kaynağını bulmak ve onun suyunu kendi doğası içinde korumaktır. Aşk diye sarıldığımız şeyin aşk olmadığını görmek ve bağdan bağa dolaşarak gerçek aşkı yeniden dünyamıza çağırmaktır. Aşkın gerçek olması için insanın hakiki olması gerekir. İnsan kadın ve erkekten yaratılmıştır. Bu kadın ve erkek çıktıkları cennete geri dönmenin neyi gerektirdiğini bilir. Günahı sevabı bilir ve kendi kabına dönmeyi akıl ederse, bütün dertler iyileşir ve bütün yaralar kapanır. 

Sevgiyle kalın.