ÇIKARLAR NEYİ GEREKTİRİYORSA

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Kısa ve orta vadede tüm ülkeler, ABD-Çin arasındaki korumacı politika kapışması, Brexit süreci, petrol fiyatlarının istikrarlı bir platoya oturma olasılığı, Çin’in ekonomik büyüme hızının düşmesi gibi unsurlara bağlı olarak küresel daralmanın ayak seslerinin daha yakından ve net bir şekilde hissedilmesi gibi iktisadi gelişmelerle, ABD tarafından sivilceyi kaşıyıp yara yapılması misali Orta Doğu’daki zengin petrol rezervinden dolayı çıkarmaya çalıştığı Suriye odaklı kaos yanında terör örgütlerinin desteklenmesi, Rusya, İran ve Venezüella’da hortlatılmaya çalışılan siyasi krizin cenderesi arasında sıkışmış durumdadır.
 
Dünyanın topyekün ekonomik durgunluk ile siyasi manevralara bağlı olarak krizin genişleme olasılığının yüksek veya düşük olması, Trump’ın başını çektiği, Almanya, İngiltere ve Fransa gibi AB’nin önde gelen ülkelerinin de desteklediği politikalarla doğrudan ilintilidir.
 
Trump’ın başkan olduktan sonra ABD çıkarlarını korumak adına uygulamaya koyduğu tüm politikalara genel olarak bakıldığında, maalesef dünyada huzur ve refah düzeyinin yükseleceği beklentisi yakın zamanda gerçekleşmeyeceği bir yana, daha da kötüleşeceği öngörülebilir. Venezüella’daki siyasi çekişme üzerine balıklama atlayan ve gerginliği artırmak adına bir meydanda toplanan kalabalık önünde başkan olduğunu iddia eden Guaido’yu tanıyan ABD ve AB ülkelerini görünce, dünyayı gelecekte iyi günlerin beklemediği ortadadır.
 
Herkes ABD ve AB’nin temel politikasının, yapılan son seçim sonucuna göre Venezüella’ya başkanı seçilen Maduro’nun yasallığının tartışılması ile, ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik kaosun ortadan kaldırılması olmadığını, asıl amacın ise dünyanın en büyük petrol rezervini kontrolleri altına alınması olduğunu herkes bilmektedir.
 
Eğer ABD ve AB, demokrasi inançlarında samimi olup askeri darbe ile devrilen Mısır’ın seçilmiş başkanının yanında pozisyon alsalardı, Venezüella’da çıkan ekonomik ve siyasi kriz konusunda oynadıkları rol, iyimser bir bakış açısıyla görülebilirdi.
 
Dünyanın baronu konumundaki ABD, her ne kadar birkaç yıl önceki büyüme performansını mumla arasa da, Çin başta olmak üzere gelişmekte olan ülkeler karşısında nispi olarak geride kalmasını, dünyanın birçok yerinde kaos çıkararak savaş endüstrisi yoluyla kapatacağını düşünmesi ve buna yönelik politikalar pervasızca uygulamaya koymaktan çekinmemesi, adeta dünyanın geleceğine saplanmış bir hançerdir. Çünkü kendi çıkarları söz konusu olduğunda hiçbir kural tanımayan ABD güdümlü ülkelere karşı başarılı olmanın yolu; üretim ekonomisini kendi ayakları üzerinde duracak şekilde inşa edebilmek ve bu görüşteki ülkelerle ortak payda etrafında birleşmekten geçmektedir.
 
Türkiye’nin bu amaç uğruna temas kurabileceği ülkelerden hemen ilk akla gelen, komşulardan İran ve Rusya ile Türki Cumhuriyetler başta olmak üzere Katar, Çin ve Japonya sayılabilir. Türkiye ve en önemlilerini saydığım ülkeler, iktisadi, siyasi, sosyal ve toplumsal birlikteliği sağlamada geç kalırlarsa, teker teker ABD ve kuyruklarının emirleri altına girme sonundan kaçamayacaklardır.
 
Ekonominin gelişmesi bağlamında, Türkiye’nin başarılı olduğunu söylemek ne yazık ki güçtür. Böyle düşünmemizi gösteren birçok veri vardır. Gelişmiş ülkeler için üst sınır olarak kabul edilen yıllık manşet enflasyon ve işsizlik oranı %6 iken, bunların TÜİK verilerine göre; ülkemizde sırasıyla %20.3 ve %12,3 düzeyinde gerçekleşmesi, 2018 Aralık ayı sanayi üretiminin %9.8 azalması, toplam ihracat içinde ileri teknolojiye dayanan mal oranının 2009 yılında %3.4 iken 2017 yılında %1.7’ye gerilemesi bir yana, yaklaşan yerel seçimlerin etkisini dipnot olarak düşmek koşuluyla olsa da, sıkça uygulamaya konulan teşvik paketleriyle ekonominin sistemli bir yapıdan hızla uzaklaşması, ülkemizin geleceği için iyimser düşünmemizi güçleştirmektedir.
Batılı ülkelerin fırsat bulmaları halinde tepemizde boza pişirecekleri ve bunu demokrasi adına da yapacakları bilinciyle ülkemiz yöneticileri; seçim, kısa vadeli, geçici ve popülist politikaları bir yana bırakıp, öncelikle kendi coğrafyamızdaki ortak çıkarlara sahip paydaş ülkelerle, ortak politikalar takip etmenin yolunu bulmalıdırlar.   
 
Soru: ÜFE yüksekken TÜFE düşük olabilir mi? Neden?
Sözün Gözü: Seçilip başa geçenler seçenlerin aynasıdır.