Biliyorsunuz, dün Dünya Çiftçiler Günüydü. Uluslararası Tarım Üreticileri Federasyonu'nun kuruluş günü olan 14 Mayıs, bu kuruluşa üye tüm ülkelerde "Dünya Çiftçiler Günü" olarak kutlanıyor. Bu kapsamda 14 Mayıs günü dünyada düzenlenen çeşitli etkinliklerde tarımın, çiftçilik mesleğinin zor şartları ve ekonomiye olan katkısı anlatılıyor, sosyal medyada görmüşsünüzdür, herkes çiftçiler günü nedeniyle bir paylaşım yapıyor. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da dün ATO Congresium'da 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü münasebetiyle düzenlenen Türkiye Ziraat Odaları Birliği Danışma Kurulu Toplantısı'na katıldı, burada da önemli açıklamalar yaptı, ondan da başka bir yazımızda bahsederiz… Ve böylece de Dünya Çiftçiler Günü bir nevi kutlanmış oldu.
Paylaşımlar yapsınlar, kutlasınlar da işin tuhaf tarafı şu, inanın bunlardan tarladaki çiftçilerin hiç mi hiç haberi olmuyor, beylik sözleri ile de sorunlar çözülmüyor. Tarlada kimse Çiftçiler Gününü kutlamıyor. Tarlada kimi çapa yapıyor, kimi ekim yapıyor, kimi gübre, kimi su, kimi ilaç işleri ile uğraşıyor.
Ben bir çiftçi ailede büyüdüm. Gerçi dedemiz Hacı Musa Bağcı bir imamdı ama neticede hayat tarla ile başlıyordu ve zaten onun oğlu olan babam Selman Bağcı ise tam bir çiftçiydi. Babam tamamen çiftçilikle geçimini sağlardı. Ben de çocukken müşahede etmiştim, tarla işi gerçekten zordu… Biz çocukken tabi makineleşme de bu kadar yoktu ve doğal olarak da mesela bostan için ekim yapılacak bölgeler bel adı verilen küreğin biraz dik ve sert şekli olan bir malzeme ile yapılırdı. Tarla bellenir, karıklar oluşturulur, bu arkı andıran karıklara da keserlerle fideler ekilir, bu şekilde ekim yapılmış olurdu. Günlerce uğraşırdı kadınlar bu ekim için. Modern zamanlarda kadın çalışmaya başladı, sanıyor ya şimdi birçok insan, işte o öyle değil, ben çocukken biliyorum kadınlar erkeklerden daha fazla çalışır, ciddi ciddi ekmek parası kazanırdı. Benim annem de öyleydi. Hayat da zaten kadının çalıştığı bir ortamda çok fazla bağnaz olamıyor işin doğası gereği, onun için de şahit olurdum, aslında bugün plazalarda var olan medeni diyaloglardan daha medeni bir kadın erkek diyaloğu olurdu tarlalarda, işler böyle akar giderdi. Gübre elle atılırdı, ilaç sırta yüklenen bir bidonla yapılırdı. Sulama işleri de genelde yine kürek ve çapa marifetiyle yapılırdı. Ben sadece bizim köyü değil, Beyşehir, Derbent, Hüyük yörelerinin tamamını bilirdim ve buraların tamamında hayat böyle ilerlerdi.
Özellikle mayıs ayı oldukça yoğun geçer, mayıs ayındaki yoğunluk, haziran, temmuz aylarında iyice artar, ağustos ve eylül aylarında zirveyi bulur, eylül ortalarında pancarın da sökümünün başlaması ile tarlada bu yoğunluk, kasım ortalarına kadar devam ederdi. Ekim ve kasım aylarında zira bir taraftan hasat yapılır, bir taraftan da güzlükler ekilirdi…
Şairin, “Hatırası bile yabancı gelir” dediği günlerdi o günler. Şimdi baktığımda hayat tam da böyle. Hatıralarının bile yabancı geldiği, doyamadığımız, tadını alamadığımız ve belki de bir daha hiç alamayacağımız günlerdi çocukluğumuzun tarlaları… Benim hayatım işte o tarlalarda başladı… Orhan Kemal’in tarlaları kadar büyük ve karmaşık değil, kendimizin, çok çalışılması gereken, onurla yaşanılan, haram girmemiş hayat membaı tarlalar… Hayat akan tarlalar…
Neyse… İşte şimdi o hatırası bile yabancı gelen günlerde yapılan tarıma elbette benzemiyor tarlada hayat ama değişmeyen bir şey var… Eminim bugün de tarladaki çiftçinin Dünya Çiftçiler Gününden haberi yok. Nasıl olsun? Buğdayın bu yıl toplam masrafının 11, 12 lirayı bulması bekleniyor. Ama Gaziantep’te ilk hasat yapıldı, buğdaya borsada 10 lira fiyat verildi… Neticede zarar…
Size şunu anlatayım; 47 yaşındayım ve bugüne kadar tarlayı ve çiftçiyi tam anlayabildiğini düşündüğüm tek etkili ve yetkili kişi Recep Konuk Başkan oldu. Recep Konuk Başkan tarlayı ve çiftçiyi anlıyordu. Tam anlamıyla çiftçinin derdini dert ediniyor, çiftçinin ürettiği ürünün alınmasından bahsediyor, doğduğu yerde insanların doyması gerektiğini, sanayileşme ile üretilen ürünün nitelikli hale gelebileceğini, bunu başardığınızda da çiftçinin ürettiği ürünün değerleneceğini anlatıyor, tohumdan çatala kadar olan sürecin kooperatifler tarafından yönetilmesi gerektiğini, böylece de çiftçinin kazancının artacağını insanlara izah etmeye çalışıyordu. Recep Konuk Başkan bunun için kurdu Torku markasını. Biliyordu, üretimin çeşitlendirilmesi gerekiyor, eğer bu başarılamazsa Konya Ovasına şeker pancarını da ektirmeyecekler… Peki anlatabildi mi? Gördüğüm kadarıyla ne yazık ki hayır. Kooperatiflerin hali ortada, şimdi etkili ve yetkili olan vatandaşların uyguladığı sistem yüzünden eskisi gibi ürün alımı yapılmıyor. Pancardan başka bitkiye, kargadan başka kuşa gerek yok, diyorlar ve çiftçi de ürettiklerini öldü fiyatına tüccara verip geçiyor.
Bu girdi fiyatı artışlarıyla, üretilenin para etmesi sorunsalının sürekli çiftçinin üzerinde bir baskı olduğu ortamda, Konya Ovasının su sorunun çözülemediği bir ortamda, havza dışından su getirilmesi konusunun etkili ve yetkililerin hiçbir şekilde gündemine gelmediği bir ortamda, çiftçi zaten nasıl gün kutlayacak bilemiyorum ki? Sadece Konya Ovasında da değil sıkıntı, çay taban fiyatı 19 lira olarak açıklandı, çiftçi isyan ediyor, “22 lira olmazsa biz yandık” diyor… Peki kim anlayacak çiftçiyi? Kim derde derman olacak, kim bu ülkenin geleceğinin tarım ve gıdada olduğunu izah edebilecek, bu konuda gerekli adımların atılmasını kim sağlayacak?
Bundan da emin olun, Konya’dan tarımı kaldırın ekonomi çöker… Bir gün bunu mutlaka anlayacaksınız, bunu anladığınızda umarım çok geç olmuş olmaz.
İyi veya kötü, hiçbir hâl o şekliyle sürüp gitmez, bir hâlin devamı imkansızdır, denir biliyorsunuz. İyi de kötü de değişir, buna inanıyoruz ve güzelliğin gelmesi, tarlayı, çiftçiyi, üretimin önemini anlayacak insanların etkili ve yetkili olması duamızla, tarlayı terk etmeyip, her hal ve şartta üretime devam eden çiftçilerimizin gününü kutluyor, bereketli, bol kazançlı ve güzel bir üretim sezonu diliyorum.
Bugün de bu kadar…